"İnsan huzursuz olunca, mutsuz olunca her şey boş geliyor. Eksik kalıyor, boşluk kalıyor insanın içinde. Öylece ilerliyorsun. Mutsuz yaşamak yaşamak mıdır? İnsan bir şekilde kendini tanıyıp mutlu olmayı bulmalı. Sen bulmak için ayrıldın okuldan. Doğru olan buydu. Yoksa hayat, Tolstoy'un, "Savaş ve Barış" romanında geçen cümlesi
yine gece, yine bir boşluk sarıyor ruhumu...
ağlamak geliyor içimden hıçkıra hıçkıra ağlamak...
nedenini bilmediğim bir yalnızlık sarıyor her yanımı...
onca yalnızlık arasında, yalnız değilim diyemiyorum..
bataklığa düşmüş gibi!
yalnızlardan biri olduğumu anlıyorum.
ne kadar iç çeksem boş...
içimdeki kasveti, içimdeki karabulutları
hiç düşündünüz mü?
hangisi daha çok acıtıyor...
bir şeyi söyleyip,
keşke söylemeseydim demek mi?
yoksa bir şey söylemeyip...
keşke söyleyebilseydim demek mi?
peki söyle seni...
Arthur Schopenhauer insanın mutlulukla ilişkisini açıklarken şöyle der:" doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır: mutlu olmak için burada dünyada olduğumuzu sanmak. "
"Başlangıcımız ve sonumuz arasında ne kadar mesafe var! İlki arzunun çılgınlığı ve şehvetin baştan çıkarıcılığı, diğeri, tüm organlarımızın harap oluşu ve çürüyen kadavraların berbat kokusu. Dahası, ikisi arasındaki iyi oluş yolu hep yokuş aşağı gidiyor:Kutsanmış,hayallerle dolu çocukluk, mutlu gençlik, hayatının baharındakilerin çileleri, kırılgan ve çoğu zaman acınası yaşlılık, son hastalığın işkencesi ve sonunda ölümün acısı. Var olmak yanlış bir adım gibi görünmüyor mu? "
Daha ziyade bizden hiç eksik olmayan acıya daima ayrı bir dışsal neden, adeta bir bahane ararız; tıpkı efendi sahibi olmak için özgür insanın kendine put yaratması gibi.