— İyi de şimdiki mutluluğunuz nasıl bir şey ki?
— Bak şöyle: Zenginken kocamla bir saat bile huzurumuz yoktu; ne konuşabiliyor ne ruhlarımızı
düşünebiliyor ne de dua edebiliyorduk. Bir sürü meşgalemiz vardı! Misafirler gelir, onları nasıl
ağırlayacağımızı, bizi ayıplamasınlar diye ne ikramda bulunacağımızı düşünürdük. Misafirler giderbu sefer de hizmetçileri kollamamız gerekirdi; onların tek derdi işten kaytarmak, işkembelerini
doldurmak, bizimki de malımızı onlardan korumaktı. Günaha giriyorduk yani. Kurt taylara, danalara
dadanmasın, hırsızlar atlarımızı çalmasın diye didinirdik. Yatağa girer, ama koyunlar kuzuları ezecek
korkusuyla uyuyamazsın; gecenin bir vakti kalkıp koyunları kontrol etmeden rahat edemezsin. Sonra
yine telaş başlar, kış için nereden yem bulmalı diye dolanırsın. Bunlar yetmezmiş gibi benim ihtiyarla
hep çatışırdık. O şöyle yapmalı derdi, ben böyle derdim ve kavga edip yine günaha girerdik. İşte
bunca kaygı arasında yaşadık, bir sürü günaha girdik, mutluluk falan da görmedik.
— Peki ya şimdi?
— Şimdi sabah kalkınca, kocamla sevgiyle, dostça konuşuyoruz. Kavga edecek, kaygılanacak bir
şeyimiz yok. Tek işimiz efendiye hizmet etmek. Gücümüz yettiğince, istekle çalışıyoruz ki efendimiz
zarar değil kâr etsin. İşten dönünce öğle yemeği, akşam yemeği hazır; kımız da var. Kışın yakacak
tezek var, ısınmak için gocuk var. Hem konuşacak, ruhumuz üzerine düşünecek, Tanrı’ya dua edecek
vaktimiz de var. Elli yıl aradık mutluluğu, ancak şimdi bulduk.