Amok Koşucusu' nun bittiği yerde başladı benim için kitap. Bu yüzden Zweig ile alakalı şöyle bir şey düşünüyorum, sanırım bütün hikayelerinde bir '' en çok '' '' en derin '' '' delirircesine '' vaziyeti hakim olacak kahramanların üzerinde... Bir adamla bir saat için ( tabi ki burada mevzu asla bir saat değil ) ömrünü tüketecek kadar saplantılı bir aşık, sadakatin kitabını yazan bir kadın olarak da, bir kadınla bir saat için ( tabi ki burada mevzu asla bir saatten başka bir şey değil ) tüm hususi ve mesleki hayatını mahvedecek kadar radikal bir tutulma hali yaşayan bir adam da var Zweig' ın çocukları arasında. Satrancı okumadım henüz ama sesli kitap olarak dinlemiştim. Orada da karakter deliliğin zirvesinde... Bütün bunlardan sonra kafamda Zweig' ın kahramanlarıyla alakalı oluşan fikir; hiç bir şekilde vasati bireyler olmadıkları yönünde, ya en zirvede ya en dipte ama hep sonuna kadar, bu son ölüm dahi olsa...
Bu mektupta kullanılan dilin, yazıldığı anın ve anlattığı hikayenin etkisi gerçek anlamda gözleri parlatacak kadar etkili... Sanıyorum sadece benim aklıma gelmemiştir Sabahattin Ali... Bu aşka tanıklık etmekten mutluluk duysak da yine de üzdünüz bizi sayın Zweig...