Her türlü durumda kadınların acı çekmek için erkeklerden daha çok sebebi vardır ve onlardan daha çok üzülürler. Erkekler kuvvetlidirler ve güçlerini sürekli geliştirirler; etkendirler, gelip giderler, meşguldürler, düşünürler ve geleceğe sarılıp tesellilerini orada bulurlar. Charles da böyle yapıyordu. Ama kadın olduğu yerde durur, hiçbir şeyin dağıtamadığı acılarıyla baş başa kalır, erkeğin açtığı uçurumun en dibine kadar iner, derinliğini ölçer ve uçurumu gözyaşları ve sözlerle doldurur. Eugénie de böyle yapıyordu. Alınyazısını öğrenmeye başlıyordu. Hissetmek, sevmek, acı çekmek, kendini feda etmek her zaman kadınların hayatının teması olacaktır. Eugénie de her şeyiyle bir kadındı, onu teselli eden şey dışında. Mutluluk anları, Bossuet'nin muhteşem deyimiyle, duvara serpiştirilmiş çiviler gibi, toplasan bir avuç etmezlerdi. Acılar insanı bekletmezler, Eugénie'ninkiler de yakında geleceklerdi.
Eugenie GrandetHonore de Balzac · Can Yayınları · 20173,049 okunma
"kafka’nın değişim eserinde hayvanlaşan hayat anlayışımızı kaç kişi anlayabildi ki, intihar etmek için çabalarını kaçımız düşündü ki, yoksa hasta bir kişiliği mi okuyoruz?
kaç kişi sanat adı altında mozart’ın sarayda kızların peşinde koşarken krala yakalanmasını biliyor ki? kız çığlıklar içinde kaçarken mozart onun peşinde koşuyordu. üstü
Seni, lavanta kokulu bir sabunda; bir kavun diliminde, açık, uçuk gümüş rengi bir çorapta; bir yasemin dalında; adını bilmediğim, bilmemekten utanç duyduğum halde öğrenmek istemediğim
tek bildiğim, görünüşüne bakılırsa tatulayla bir hısımlığı olması gerektiği
sabun kokulu, el büyüklüğünde, fildişi rengi bir çiçeğin açışında; yıkık kemerlerde uyuklayan kedilerde; gecenin soğumuş kumunu döven, patlayan dalgaların sesinde; günün ilk ağartısında —karanlık saatler boyunca dağıtıp durduğun yatağında sabahın serinliği çıplaklığına işlemeğe başlarken— uyanmaksızın, omuzlarına doğru çektiğin, örtündüğün bir çarşafın ılık, ak mutluluğunda bulacağım; dirim içimden çekilesiye...
Kokularım, seslerim, görüntülerim, anılarımsın sen benim. Dokunduğum, okşadığım, en gizli tadını tattığımsın. Kahvaltının üçüncü çayı bittiğinde "Uyanamadın mı daha?" dediğim zaman "Ne gereği var?" diyen ilk insansın bana.
Yıllardır, yaz gelince bir denize, belli bir denizin belli bir noktacığına gitmekten, orada birkaç gün geçirmekten umduğumuz, bu birkaç günde bulduğumuz nedir? Ödünç bir genlik mi? Bir bolartı tansığı mı? Bir çocukluk uçmağına uğramanın vazgeçilemez olmazlığı mı? Yoksa, bir özgürlük düşü ardında gizlenmiş mutluluk, sürünün içinde kalıp kurda nanik demenin çocuksu böbürtüsü mü?