Sahi ben kimim ?
Başkalarının beni gördüğü kişi miyim yoksa içimde kendimin gördüğü giz miyim ?
Hangi ben, gerçek ben ?
Gerçek ben neleri seviyor, nelerden hoşlanmıyor?
Başkalarının düşünceleri mi belirliyor benim sevdiklerimi yoksa gerçekten kendi özüm mü seviyor?
İnsanların gördüğü üzere mi şekillenmeliyim, onların istediği gibi yoksa
Herhangi bir beklenti içine girmeden elime aldığım bu eseri okurken, senkronize bir şekilde bir evin çatısına tüneyen güvercinler gibi benim de zihnimde düşünce kuşları oradan oraya uçuşup durdular...
İncelemeye başlamadan önce, bu ay bu eseri çok başarılı bir çeviri ve baskı kalitesi ile dilimize kazandıran
Rus hatip,gazeteci ve yazar Petrov, tüm insanlığın daha rahat bir hayat sürmesini, yücelmesini ve mutlu olmasını arzu etmiş ve bu doğrultuda eserler vermiş. Özellikle yoksul köylü ve işçilerin geri kalmışlıktan ve ezilmişlikten kurtulması yönünde çaba göstermiş.1868 yılında, Petersburg’un Yamburg kasabasında, yoksul bir ailenin çocuğu olarak
13 Ocak 1921 Tarihinde, Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmanın sonunu şöyle bağlayacaktır,
“…(Namık) Kemal demiştir ki:
‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini'
İşte bu kürsünden bu meclisin başkanı sıfatıyla meclisi oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum
''Damarlarındaki kanı boşalt, yerine su doldur, işte o zaman savaş olmaz.''
(I. cilt, s. 587)
Savaş... savaş... savaş... Nedir bu savaş? Dostoyevski der ya, ''Her insan doğuştan gaddardır,'' diye, bence savaş, gaddarlığın, açgözlülüğün ve hükmetme aşkının dışa vurumudur. Barış ise, aynı savaş gibi, sadece çıkarların kesişmesiyle oluşan, başka
Merhabalar Sevgili 1000k Okurları,
Uzun zaman sonra sevdiğim bir kitap değil de sevdiğim bir öykü için inceleme yazmaya karar verdim.
Beyaz Geceler kitabı 19.yüzyıl Rus yazarlarından olan Fyodor Dostoyevski’nin 1848 yılında ilk kez Yurttan Mektuplar adlı dergide, Dostoyevski’nin dostu şair A. N. Pleşeyev’e imzasıyla yayımlanmış olan kısa ama
Hayat, acı ve sevginin zıtlığında yaşanan bir ikilemde çalışan denklem gibiydi. Acılar paylaşılarak azalır, Sevgi paylaşılarak çoğalırdı, hayatın temelinde daima paylaşmak vardı. Cennet ancak paylaşılarak kurulabilecek en güzel yer değil miydi?
Târihî romanlara öteden beri ilgim var, bir de Solmaz Kâmuran’ın akıcı üslûbu olunca bu romanı okumak müthiş bir keyif oldu. İbrahim Müteferrika’nın hayatı, uzun yıllar özenle emek harcayan mahâretli yazarımız tarafından mükemmel şekilde anlatılıyor.
Yazarın dediği gibi: “Türkiye'de roman okumak o kadar da bilinen bir şey değil. Okuyucu her şeyi
GÖR BENİ
Kitapta aynı binada oturmak zorunda olan yeni kurulan cumhuriyet ile saltanat yanlısı olan iki ailenin zıtlıkları konu ediniyor gibi görülse de; Dünya Tarihi ile ilgili de çok ilginç bilgilere de ulaşılıyor. Yaşamış olduğumuz coğrafyanın, en eski medeniyetlere ev sahipliği yaptığını çoğumuz zaten biliyoruz. Ve bu coğrafyaya sahip olmak
“Sana bir soru soracağım,” dedi Hahn misafirinin düşünmesine fırsat vermeden.
“Seni dinliyorum.”
“Cevap vermeden önce iyi düşün. Bana, kıskançlık ve haset arasındaki farkı birkaç kelimeyle açıklar mısın?”
“Neden soruyorsun bunu?” diye sordu Lise şaşkın bir ifadeyle. Farkında olmadan koltukta doğrulmuştu.
“Cevap verdikten sonra
Günlerce, haftalarca, aylarca süren motosiklet yolculuklarını paylaşmak o kadar kolay değil. Dünyayı hiç rahat olmayan bir yönüyle tanımaya çalışıyorsun. Etrafında dört duvar olmadan, korunak olmadan, rüzgarı göğsünde hissederek gidiyorsun. Şu dağlar, şu vadiler ve bozkır hep böyle kalırken tüm canlılar bir an gelecek ölecekti. Yağmur olmamış salkım saçak bir bulut kadar bile hayatı sezemeden ölecekti. Şu vazgeçilmezimiz metaller de ölecek! Dünya nimetleri, rahat bir yaşam, sonsuz zenginlikler, mutluluk bile ölecekti...Dünya nimetleri insan hayatından çabucak silinen nesneler değil miydi?
I
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde