Bu incelemeyi okuyun çünkü ağır incittiniz yüreğimi!
Bir kitaba başlamadan önce o kitabı okuyanların düşüncelerini merak eder, kitabın sayfasına girer bakarım. Nitekim bu kitap için de öyle yaptım. Öyle güzel düşünce ve alıntılar vardı ki hemen okumaya başladım eseri. Ama o da ne! Okuduktan sonra fark ettim ki kitaba ait diye paylaşılan
Her gönle nasip olmayan bir incelik ve hassasiyetle "Yağmur" adıyla taşıyor satırlara, Peygamberi;
Yağmur'un ölü tabiatı yeniden dirilttiği gibi Muhammed'in (sav) de ölü kalpleri dirilteceği umudunu taşıyor dizelerinde...
Yağmur'u yazmaya bir yolculuk sırasında başlıyordu
Nurullah Genç ve yıllar sonra şu sözlerle dile getiriyordu hâlini:
hazret-i ömer olsa ağzımı yüzümü dağıtırdı
iftar sonrası çay ve sigaralardan
hazret-i ali kale bile almazdı şu bitirme tezini
bir evsizle çorba içecek kadar cesur olmadığım duyulsa
ensar kız vermezdi
medineli çocuklar
tebessümler fırlatırdı nefsim kanayana dek
tenimi ilk gazvede bırakıp kurtulmak belki
bakışlarıma mescidin kumları bile fazla
bir
"Türkler öyle içten İslamcı sayılmazlar pek. Bakın tüm Divan Edebiyatı'nda, üstün değerde bir "münacaat" ya da "naat" yoktur. Aşkı, şarabı, eğlenceyi işleyen gazellerin, şarkıların en güzelleri yazılmıştır" dermiş Yahya Kemal...
“Ruhunla temizle yüce aşkının kapısının önünü. O zaman olursun O’nun gerçek aşığı…”*
Şark geleneği ve geleneğimizde aşkı ayıp sayarız. Daha düne kadar aşk sadece gönül işiydi, ancak günümüz aşkı ayaklar altına alıp bir erkek ve kadın arasında geçen bayağı bir çıkar ilişkisine çevirdi. Sayısız kişiye sorsan aşkı; genel olarak ya Ayşe der ya Fatma,