Öyle ya, aziz Üstad! Asr-ı Saadette değilsek, müştakıyız. Bu bize kâfi. Muhammed aleyhisselamın bize bıraktığı muazzam bir mucizesi bugün elimizde değil mi? O kitab, bize, muhtaç ve müştak bulunduğumuz saadeti vadetmiyor mu? Ona hâlisane sarıldığımız zaman muhtaç bulunduğumuz zevk-i maneviyat bize vermiyor mu? Evet, aziz Üstadım, bugün elimizde tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz hakikî insanlara rehber olan o muazzam kitap, o büyük mu’cize ki, ben maddiyat içinde, dünya cereyanında boğulmak üzere iken, beni onun ulvî sesleri ne güzel tesellî etmiş ve bana sarsılmaz bir istinadgâh olmuştur. Hakka nâmütenâhi şükürler olsun. Muhterem Üstad, bana öyle geliyor ki, manevî saâdete küşâde bulunan ruhum, kıymettar risaleleri okudukça, yazdıkça git gide bir zevk-i manevî, bir saâdet-i ebedî hazırlıklarıyla coşacak. Coşkunluklarımın hayli devam ettiği oluyor. Üstadım, işte o zaman dünya, nazarımda bir hiçten ibaret kalıyor, ebediyete, sonsuza, saâdet âlemlerine atılmak istiyorum. İşte o dakikalar bu dünyayı bana verseler, bu tatlı hülyalarımın bir nebzesini bile vermek istemem. Def olsun gençlik rüyâlarının kâbuslu fırtınaları! Üstadım, duanıza muhtacım. Zekâi
Bu dünyada bana en yakın insan sensin. Seninle aramda daha namütenahi sır vardır. Bunları ne kimse bilir, ne de tahmin eder. O namütenahi sırdan sır saymadığım bir iki tanesini laf olsun diye kendilerine söylemişsem bu hareketim kendilerinin bana senden daha yakın olduklarına delalet edecek bir sebep değildir. Bildikleri şey bilmediklerinin yanında hiçtir. Onları söylemekle senden bir şey feda ettiğimi sanıyorlarsa aldanıyorlar. Kendilerinden çok şey feda edebilirim, ama senden hiçbir şey feda edemem. Zaten senden bir şey feda etmem demek kendimden feda etmem demektir. Çünkü ben senden ibaretim. Kendi egoizmleri bunu anlamalarına bir parçacık olsun yardım etmiyor mu? Seninle araındaki münasebetin sana ait bir sırrı başkasına söylememe -ki o başkası benim nazarımda hiçbir vakit senin kadar kıymetli değildir- müsaade etmeyecek kadar kuvvetli olduğunu anlayamayacak derecede aptal bir dostum da bulunmasın.
Sayfa 69
Reklam
Sen, sana bakanlara yaşamak, namütenahi yaşamak arzusu veren bir çiçeksin; bu çiçeği soldurmak kendi hayatına kastetmek değil midir?..
Sayfa 186Kitabı okudu
El kadar yüzünün ince derisi gözlerine doğru derinleşen namütenahi çizgiler içinde, gözleri sayısız senelerden beri yaşayan muazzep bir ruhun yaşı olmayan, mazisi, atisi ölçülemeyen ezelîyetiyle bakıyor.
Sayfa 176 - Can yayınlarıKitabı okudu
Size güneşi anlatamam bayım,yanımda siz varken. Güneşle eş değer gülüşlerinizdeki namütenahi yelken.
O zavallı nefs-i mağrur düşünemez ki o mebde'-i evvele şu'ûr-i sarihte bir ta'ayyün-i mahdûd vermek için bir nihâyet, bir hadd-i mahdûd çizmek, aʻyân-ı eşyâdaki gibi bir lahza-i inkıtâ'a mütevakkıftır. Mümkin olmayan böyle bir lahza-i inkıtâ'da ise bütün şuur ve bütün vücüd kökünden munkatı ve mün'adim olur. Öyle bir inkıta bir şu'ûr-i vâzıha varmak değil, 'ademe karışmaktır. Edille-i aklîyeye böyle bir maksadla bakanlar ve Hakk'ın gayb u şuhûdu ihâta eden nâmütenâhî tecellîsi karşısında gurûr-i nefslerini kıramayarak zevk-i şuhûddan mahrum kalanlar "Allah'ı aradım da bulamadım" derken fen ve felsefe nâmına hüsranlarını ilân etmiş olurlar. Allah'ı sezmek için kalb ile aynı temyîz ve aralarındaki nisbet-i tahakkuku idrâk edebilmelidir.
Sayfa 211Kitabı okudu
Reklam
- «Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde…» Yani, nerede onu buldum ve teşhis ettim sanırsa, onunda ötesinde, nâmütenahi ötesinde…
Sayfa 307 - Büyük Doğu YayınlarıKitabı okudu
KADIN SAHABİLER
Onların önünde de evlerine kapanıp İslâm'ı tebliğ etmelerine mani olacak yığınla sebepler, nâmütenahi engeller vardı. Onlar, Allah-u Ekber demenin bedel istediği bir dönemde meydan yerine çıkıp insanları İslam'ı yaşamaya çağırdılar.
Sevdiklerimizi öldürüyoruz, çünkü onlar da bizi öldürüyorlar; fakat darbelerimizi insanca vurarak, açtığımız yaraları namütenahi şefkatimizle iyi etmeğe çalışarak ve tekrar yaralayarak, sevdiklerimizi hazla keserek güzel tezadını tattırarak öldürüyor ve ölüyoruz.
...insanları bütün kusurlarını affedecek kadar namütenahi sevmeyi bana öğretenin o olduğu gibi.
Reklam
Nâmütenahi çizgili o ahlâk bütününün birkaç ana köşesi: Yakıcı edep, hayâ, haşyet... Titretici af, müsamaha, merhamet... Ağlatıcı tevazu, tevekkül, kanaat... Ürpertici sadakat, emânet, istikâmet... Hayat verici muaşeret, ünsiyet, beşâret... Hayran kılıcı rikkat, nezâket, letâfet... Tılsımlayıcı zarafet, tavır, asâlet... Esir edici semahat, ikrâm, mürüvvet... Sarsıcı vakâr, heybet, şecaat...
Sevdiklerimizi öldürüyoruz, çünkü onlar da bizi öldürüyorlar; fakat darbelerimizi insanca vurarak, açtığımız yaraları namütenahi şefkatimizle iyi etmeye çalışarak ve tekrar yaralayarak, sevdiklerimizi hazla keserek güzel tezadını tattırarak öldürüyor ve ölüyoruz. Yaşamak ,yaralamak ve yaralanmaktır; fakat insanca...
Sayfa 177 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
"Artık ses­ler bile kesildi/ Şarkı mı dua mı biten/ Ah geceler güne dönmeden/ Son limana ulaştı bu gemi" (M. Cevdet); "Bir sahile vuracak gün­lerimiz/ Günler ki namütenahi ıstırap/ Kalmayacak bugünkü hasta, harap/ Yüzlerde bahtın karanlığından iz" (M. Ali Sel);
Resim