"Öyle haber vermeden gidemezsin Salih, bir iş yapıyoruz burada ve benim sorumluluklarım var. Ödüm koptu."
"Gittim diye mi ödün koptu?"
"Araba gitti diye ödüm koptu, sizle ne ilgisi var? Hem sizi tanımıyorum ki, yani Aziz, ne bileyim sen öyle birdenbire ortadan kaybolunca..."
"Kaybolmadım ki, buradaydım, arabayı şu evin arkasına çekip seni izledim."
"N'aptın?"
"Âşık oldum sana."
"Ne? Ne aşkı bu böyle, durduk yerde, ne?"
"İlk görüşte aşk. Oldu işte, n'apalım oldu, itirazın mı var? İtirazın olsa ne olacak o da başka mesele, ben âşık oldum bir kere."
- İlintisi?
- Açık... Devlet adamıdır çünkü... Devlet adamı, toplumun kabul etmediği, ya da pek yakında kabul edeceği kesinlikle belirmeyen hiçbir şeyi, sürgit tutmaz. "Arada bir, denemeler yapmaz" demiyorum, ama geleceği zorlamaz uzun boylu... Milli Şeften, kimileri ihtilalci davranışı bekler. Kimileri de bulduğunu sanıp kendini aldatır. Oysa, İnönü, teğmenliğinden beri devlet adamıdır. Atatürk'le farkı da buradadır. En parlak düşüncelere karşı, İsmet Paşa'dan ilk önce şu karşılığı alırsın: "Çalış, millete kabul ettir de getir." Nitekim, şimdi söylediklerin beni doğruluyor. Milli Şef, İlköğretim Seferberliği'ni öğretmenlerin davranışına bağlamıştır. Göreceksin direnmez! Çünkü köylü tutmadı bu işi...
- Ne demek tutmadı? Ya okutulan binlerce çocuk?
- Aşk olsun! Sen mi soruyorsun bunu? Okuyan köylü çocuğu ne ister? Köyden kurtulmak...
- Yirmi yıl mecburi hizmeti n'apalım?
- Evet, böyle bir şey var ama, bir de atasözümüz var: "Osmanlının yasağı üç gün..." Yüzde yüz eminim, enstitülere girenlerin hepsi: "Ayağımız aylıkçılığa hele bir bassın, Allah'ın izniyle gerisi kolay!" demişlerdir.
Sayfa 34 - İthaki Yayınları, 5. Baskı (2011), Birinci Bölüm, Ortam, 1, ÇatıKitabı okudu
Kuyunun başında, bahçenin, avlunun, şehrin, denizin, dünyanın ortasında, orta yerinde, yapayalnız durarak, Andronikos'un, kendisine doğru yürümüyormuş da sularda süzülen bir sandalmış gibi geldiğini, yaklaştığını görüyor, ansıyor.