Ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı. Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. 'İş avutur,' derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda ders verir, geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. Çabasız. Ama biliyordu: Yetinemeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi. Duvardaki şu resmin nasıl yapıldığını görmüştü: Islık çalar gibi uzanan dudaklar, kırışan genç alın; uzun, umutsuz, koyu mavi bakışlar. Böylesi gerekti ona. Ama resim yapamazdı. Olsun! Yazacaktı.
“Benden de mi korkuyorsun?” Bu soru biraz fazla cüretkârdı. Belen dişlerini sıktı. “Sizi tanımıyorum. Sabahki sözlerinize bakılırsa bir sapık bile olabilirsiniz.” Boran hafifçe gülümsedi ama bu sözlere ters bir tepki vermedi. “Güzelliğini övdüm sadece. Kötü bir şey demedim." “Bir de bakışlarınız vardı tabii...” “Sen yolda yürürken güzel
Reklam
Türk Ocakları Ankara Şube Başkanı TÜRKÂN HACALOĞLU’nun toplantıyı açış konuşması “20 yıl önce ebediyete gönderdiğimiz Türk milliyetçilerinin Galip Abisi için bugün burada toplanmış bulunuyoruz. Siz Galip Abi dostları, hepinize ‘Hoş geldiniz.’ diyorum. Bugünün anlamı benim için çok önemli. Çünkü çok değer verdiğim üç önemli şahsiyet şu anda
Babam Bekir Berk Ertuğrul Hakan Berk BEKİR BERK’İN ilk eşinden oğlu, Ertuğrul Hakan Berk’tir. O da babası gibi bir avukat. Balıkesir Barosunda görev yapıyor. Hakan Berk, babasıyla ilgili hatıra, bilgi ve belgeler konusunda bize yardımlarda bulundu. Bize gönderdiği hatıralarda, ilk kez duyacağınız ilginç anekdotlar da var. Oğlunun kaleminden Bekir
Birkaç yıl gayet uslu oturan, hatta diğerlerine örnek gösterilen, hal ve hareketleri yüzünden onbaşılığa seçilen mahpus, durup dururken şeytan dürtmüş gibi kafayı çekip ortalığı kasıp kavurur, amirlerine zehirli bir dille saygısızlık eder, belki de bir cinayet işleyiverir ya da tecavüze kalkışır. Bütün amirler şaşkınlık içindedirler tabii. Oysa tüm bunlar, ezilmiş, sindirilmiş bir insanın küçük görülmeye, şerefsizliğe karşı duyduğu nefretin dışavurumundan, acılar içindeki bir ruhun başkaldırısından başka bir şey değildir; hatta böyle bir insandan beklenebileceklerin en azıdır. Diri olarak gömülen, mezarda kendine gelince tabutun kapağını yumruklar, kurtulmaya çalışır; oysa biraz düşünebilse, bütün çabalarının boşa gideceğini kolayca anlar. Gel gelelim o durumda kimin kafası işleyebilir ki; bir çılgınlık anıdır bu. Burada bir noktaya daha dokunalım: Mahpusun benliğini korumak için gösterdiği her çaba suç sayılır; bu da ona mubah görülmüyorsa işlediği suçun ağır ya da hafif olmasının ne önemi olabilir? Eğleniyorsa, çılgıncasına eğlenir; bir kötülüğe niyetliyse, bunu çekinmeden cinayete kadar vardırır. Bir kere başladıktan sonra, artık tam anlamıyla kendini kapıp koyuvermiştir, onu tutmak imkânsızdır! En iyisi, işin bu aşamaya gelmemesini sağlamaktır. Her şeyi sakince halletmek gerekir. Ama bunu nasıl başarmalı?
Gözlerini açtığı zaman oda gene karanlıktı. Sevgi’yi görmüştü. Onu eskisi gibi sevdiğini söylemişti. Sevgi’ye bakıyordu. Onun konuşmasını bekliyordu. Sevgi, başını önüne eğmiş düşünüyordu. Oysa, bir şey söylemesi gerekiyordu. Hikmet, ne sonuç aldığını öğrenmek istiyordu. “Ne diyorsun?” diye sordu Sevgi’ye. “Ne diyeyim?” diye karşılık verdi Sevgi.
Reklam
981 öğeden 621 ile 630 arasındakiler gösteriliyor.