BU GECE SADECE SENİ DÜŞÜNDÜM
"Yıllar önce sildiğin telefon numarasını, Adın gibi ezbere bilmekti aşk. Aralık'ın yirmi dördünü, Ocak'ın altısını, Hiç unutmamaktı aşk. Sen ne kadar unutmaya çalışsan da, İçinden hiç silememekti aşk.
Sadece bu, Alenka Zupancic’in kitabının yalnızca özgün felsefî bir olay değil, aynı zamanda günümüzün etik-politik tartışmalarına hayatî bir müdahale olduğunu göstermeye yeterlidir. O zaman buradan çıkacak sonuç, Alenka’nın kitabına büyük saygı duyduğum ve takdir ettiğim mi olmalıdır? Hiç de değil: Böyle bir takdir davranışı daima yazara ilişkin içe sinmiş bir üstünlük konumunu varsayar: Şahsen yazara tepeden bakabileceğimi ve çalışmasının niteliği hakkında yüce gönüllükle olumlu bir yargıya varabileceğimi düşünüyorum. Dost bir felsefeci için tek gerçek saygı işareti kıskançlık dolu bir öjkedır nasıl oldu da yazarın söylediğini ben düşünmedim? Yazar bunu yazmadan önce geberseydi de vardığı sonuçlar kendi hâlinden memnun huzurumu bozmasaydı daha iyi olmaz mıydı? Alenka’nın kitabı hakkında yapabileceğim en büyük itiraf, el yazmalarını okurken kendimi ne kadar sık kıskançlık ve öfkeden ağzı açık, felsefeci varlığımın tam da çekirdeğinde tehdit altında hissederken, henüz okuduklarımın halis güzelliği ve coşkusuyla çarpılmış, böylesi özgün düşüncenin bugün hâlâ nasıl mümkün olabileceğini merak ederken yakaladığımdır. O hâlde bırakın kendime Alenka için bir tür ​“akıl hocası” rolü biçmekten çok öte bir dizi ortak projede kendisiyle işbirliği yapabilmekten naçizane bir ayrıcalık hissettiğimi söyleyeyim. Eğer Alenka’nın kitabı klasik bir referans kitabı olmazsa, bundan çıkarılabilecek tek sonuç, akademik çevremizin anlaşılması güç bir kendini yok etme iradesinin ağına düştüğüdür.
Reklam
yirmi dokuz harfin tamamında yanılanlara ve evinden başka gidecek yer bulamayanlara gelsin... ne varsa:((
Kendilerini derecesiz bir zekâ ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekâm bütün kuvvetini, içinde bulunduğu âna sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...
Sayfa 249Kitabı okudu
- Seneca, 'Her yolun bir sonu vardır.' demekle ne kadar doğru söylemişsin! Hele 'Masallar gibi, yaşam da, uzunluğuyla değil, özüyle değerlendirilir!' sözünde ne büyük bir isabet var!
"Bütün bir samimiyetimle söylüyorum ki o gün gerçekten de göğsüm daralır gibi olmuştu. Olduğum yere sığamıyordum. Her yer bana dar geliyordu. Kendimi hemen dışarı atmak istedim. Lakin bu mümkün değildi. Yapmam gerekenler vardı. Ve ben bu halde ne gerekiyorsa onu yaptım. İnanılmaz saatlerdi. Duygularım içimi parçalıyordu. Aklım ise onları kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Bu duygu selinin, bu tsunaminin ilk etkisi oldukça yıkıcıydı. Tamamen harap olmuştum. Şimdilerde, yıkılan bu şehre rağmen ben, yaşamımı sürdürüyorum. İnsanlar bilse şaşıracaklar. Nasıl oluyor da evsiz, dışarıda, soğukta kendinle kalabiliyorsun diyecekler. Diyorum ki sağ olsun, başkaları da var. Lakin hiçbiri değil asıl olan. Beni ben yapan yaşama gücümdür artık. Ve o gücün içerisinde sevgiden, dayanıklılıktan ve çabadan başka ne olabilir ki?" (Martin'den)
Reklam
Siz onları uzaktan bir şey zannettiniz, fakat yavaş yavaş ne mal olduklarını gördünüz... Hiç hayret etmeyin... Hatta onların küstah ve mütecaviz hallerini bile mazur görün... Çünkü alelade bir insan bile olmadıkları halde kendilerine bir de münevver insan payesi verilince ve hayattaki mevki ve itibarlarını kaybetmemek için bu sıfatı akla hayale gelmeyecek hokkabazlıklarla muhafazaya mecbur kalınca, pek tabii olarak dalavereci olacaklar, ahlaksızlaşacaklar ve mütemadiyen birbirlerinin kıymetsizliklerini ortaya vurarak kıymetsizliğin esas olduğu kanaatini uyandıracaklar...
Sayfa 248Kitabı okudu
Hanı olur ya, gözlerin doludur ama ağlamamaya çalısırsın. Derin bir nefes alayım derken bir damla düşü veriri yanağından, o bir damla bin damlayı getirir, dayanamaz akıtırsın ne var ne yoksa içinden..
Sen gelmesende ben beklerim, Ne olacak sanki cebimdenmi gidiyor, "Canımdan" gidiyor...
Hiç besleyemeyeceğim bir çocuk için süt taşıyor olmak ne kadar acı..
Sayfa 316Kitabı okudu
Reklam
vehb ibni münebbih dedi: “kötü huy, kırılmış çömlek parçalarına benzer. ne yapışır, ne tekrar çamur olur.”
"Yola gelmiştim. Yolun kendisi olmaya da hazırdım. Lakin o, ona doğru geldiğimi görmekten kaçıyor. Yola çıkmaya ise imtina dahi etmiyordu. Olsun varsındı. Ben ona açılmıştım. O ise öyle bir reddetmişti ki çok sertti, çok feciydi, çok fazla can yakıcıydı. Bunu başka bir insan kaldırabilir miydi bilmiyorum. Elbette ben de paramparça olmuştum. Çok üzülmüştüm. Hala da öyleyim gerçi. Lakin bu acıyla yaşamımı sürdürüyorum. Çünkü eskisi gibi şikayet eden, yerinen birisi değilim. Olanı olduğu gibi kabul ediyorum. Ne kadar üzülsem de profesyonel bir şekilde işimi yapmayı sürdürüyorum. Üzerinde uğraş verdiğim kişisel projelere devam ediyorum. İnsanlarla sohbeti sürdürüyorum. Bazen ne olduğunu soruyorlar. Onlara bir şey var diyorum. Lakin anlatılır gibi değil. Duygularım konuşuyor. Dilim susuyor. Ben yaşıyorum. Onlar izliyor. Uyum sağlıyorum elbette. Kimsenin şikayeti yok. Lakin böyle yaşamak da güç ve ben de epey bir zamandır güçlüyüm biliyorum." (Martin'den)
72 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Bu kısacık hikâyede sanki kocaman bir romanı özetlemiş gibi. Duyguların özellikle de başkahraman erkek karakterimizin duyguları adeta hepimizin içinde debelendiği , adını koymakta zorlandığı ve ne yapması gerektiğini bilmemesi yüzünden kısırdöngüye girdiğimiz duygular , benim yanımdan o esinti geçti sonunda affetmek ile ilgili yazılanlar ise bildiğimiz ama yapamadığımız şeyler. Burda isimler yok, yer isimleri , karakter isimleri yok siz koyun dilerseniz burda sadece duygular var. Yaşanmışlıklar var. Kaderin dönüp dönüp aynı şeyleri sana yaşatması var, ne olduğunu anlamadığın , neden her seferinde böyle oluyor deyip durduğun. Okuyun ve o duygularda siz de kaybolun.
Mezarlık Koleksiyoncusu
Mezarlık KoleksiyoncusuEsra Uzun · Banliyö Kitap · 20248 okunma
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.