Bir aralık kız bir tütüncüden Fransızca bir mecmua alıyor. İçime bir Fransızca konuşma arzusu geliyor. Fransızca konuşmayı, hele Beyoğlu'nda olursa, hele iki Türk arasında, iki Türkiyeli arasında olursa gayrikabili tahammül bulurum. Hatta bazan çirkin, ayıp bulduğum da olur. Öyle olduğu halde ben de Fransızca başlıyorum: – Hiç başınızı
Yağmurlu HavaKitabı okudu
Öz zekâsı düşük ise bu o kişinin sorunudur. Kendi düşünceleri vardır hep. Kendisi haklıdır hep. Kendisinde taşıdığı düşüncelerle karşıdakini yargılar, karşıdakinin de öyle olacağını düşünür. Karşıdakinin de kendisindeki düşüncelere sahip olduğunu düşünür. Yani kendi düşüncesi kıtsa siz bu kişiye başka bir düşünce ile yaklaşsanız bile dinlemez. Salakça bir egoları da yok mudur!.. Ben yaptım, ben araştırdım, ben buldum, ben en iyiyim, ben, ben, ben…. Yok onu sevmiyorum, yok bunu sevmiyorum… Aynen sensin!.. Böyle insanları hayatından çıkar. Onun öz zekasının düşüklüğünü ve bomboş egolarını çekmek zorunda değilsin. Onu anlamak zorunda da değilsin. Ona bir şeyleri anlatmak zorunda da değilsin. Nefesine yazık. Kendine yazık. Çıkar hayatından. Samimiyeti de kes. Onun kıskançlıkları, seni demoralize edişi vs vs çekmek zorunda değilsin. Hayat senin hayatın. Her ağzına geleni cesurluk aldı altında söylemesi ise patavatsızca ve kırıcıdır. Böyle insanlar ne korkunç. Bugün böyle bir kişi benim hayatımdan da çıkarıldı ki ne mutlu bana. Zamana yazık. İyilik meleği değiliz. İnsanların sorunlarını sorun edine edine en çok kendimize zarar verdik, tükendik. Empati yapa yapa yıprandık. Küçük hesaplar peşinde koşmasına daha olgun değil kafasıyla affedici yaklaştık. Onun küçük hesaplar yapması ayıp değil senin bundan rahatsız olup dile getirmen ayıp sayıldı ise hayatınızdan çıkarmakla da en doğru kararı vermişsiniz bence. Öyle kişileri kendi öz zekâlarıyla başbaşa bırakın. Sen kendine değer vermezsen kimse vermez. Cici bakın kendinize.
Reklam
Alayına kırgınım eşyalar ... hayaletler ... insanlar ... ayıp ettiler bana. Beni kırıp içimde ne var diye baktılar.
Çünkü artık her ne olursa olsun, hayat bir şekilde,bir yerden devam ediyor;sen kayıp, o ayıp etmiş olsada...
Ne ki, bizler "Dal kıran baş keser." sözünü "Ali kıran baş kesen" yapıp Anadolu'yu ağaçsız, bitkisiz bırakmışız. Doğu ve Güneydoğu'da bir tek yaprak olmaksızın uzayıp giden bozkırlar, bir millî ayıp değil de nedir? Devleti bir kalem geçelim, peki, bölge insanının ağaç sevgisi bu kadar mı azalmıştır?!.. Eğer öyle ise elbette "Dalı kıran başı keser." sözü "Ali kıran baş kesen"e dönüşmekte gecikmeyecektir. Çare, belki de bu sözü “Dal kıranın başı kesilir" şekline dönüştürmekten geçiyor. Ağaç dikmek geleneğini yitireli çok olmuş; bari ağaç katlinin önüne geçilebilse!..
Reklam
Çünkü her ne olursa olsun, hayat bir şekilde, bir yerlerde devam ediyor; sen kayıp, o ayıp etmiş olsa da...
364 syf.
5/10 puan verdi
·
Beğendi
·
21 günde okudu
Tanpınarı anlamakta zorlanma
Belkide gören olursa bu yazının ne kadar acemi düşüncelerle yazıldığını düşünecektir, Evet doğru bu düşüncelerim kendi şahsi düşüncemdir, Tanpınarın okuduğum ilk kitabı, kendisini Edebiyat hocam çok severdi o zamanda derslerde gördüğüm kadarıyla bu yazarımızın betimlemeleri ve imgelemeleri meşhur ve usta bir yazar olduğu yönündeydi (kendisi Yahya Kemalin öğrencisi olduğu ve etkinlendiği kişiydi) açıkçası okuduktan sonra anladım ki ben bu deneme kitabında o anlatılan o şehri kafamda canlandırmıyordum bazı kelimeler çok uçuk ve konuşma dilinden uzak imgelerle doluydu, diyebilirsin ki senin kelime haznen ve hayal dünyan gelişmemiş olabilir, evet belkide budur ama yinede bu durum benim kitabı anlamama etki olan bir durumdu, kitabı yazılan dönemlerdeki konuşma diline göre yargılayayım desem de o zaman Tanpınar ile aynı dönemde ki halka daha yakın yazı diline sahip yazarlara ayıp etmiş olurum, evet belki Tanpınarın kendi imajı budur anlaşılmamak veya kendisini entelektüel kişilerin anlaması için yazı dilini kasan ve kendini kastıran bir yazardır saygım sonsuz ama bana göre halktan uzakta kalan halkın sevgisinden de uzakta kalacaktır.
Beş Şehir
Beş ŞehirAhmet Hamdi Tanpınar · Yapı Kredi Yayınları · 200011,3bin okunma
Tahirle zühre meselesi
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. Mesela bir barikatta dövüşerek mesela kuzey kutbunu keşfe giderken mesela denerken damarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta
Bu memlekette kızlar için ayıp olmayan ne var acaba¿
Sayfa 79 - İskele YayıncılıkKitabı okuyor
Reklam
Çocukları anne babaların görüşlerini, anlık beğeni ya da sıkıntılarını ifade eden isimlerle gülünç düşürmek gerçekten de çok ayıp, siz de takdir edersiniz ki bir isim bembeyaz bir sayfa olmalıdır ki, kişi ömrü boyunca yazabileceği ne varsa yazsın.
Elâlem ne der diye abdest alamayacağı gelinliği giyip farz namazlarını dahi sırf düğün günü için terk ettirdi. Düğünde gelinlik giymeyen bir kızcağız ayıplanırdı, ama namazı bile bile kılmaması ayıp sayılmadı. Kim öndeydi? Allah'ın farzı mı? Yoksa elâlemin ağzı mı?
Sayfa 229 - EvvaheKitabı okudu
Kendi kendimize bir sürü hikâye uyduruyoruz, mutsuzluğumuza neden arıyoruz, onlarca soruyla kendimize işkence ediyoruz. Mutsuzluğa; öfkeyi, pişmanlığı, korkuyu, suçluluk duygusunu, isyanı ekliyoruz. Mutsuzluğun bazen doğal olduğunu, yaşamın parçası olduğunu, hiçbir açıklaması olmadığını; ne iyi, ne kötü, ne bir hastalık ne de saklanması gereken bir şey ya da bir ayıp olduğunu kabullenmek zordur.
Sayfa 26 - Günışığı Kitaplığı
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.