Hani derler ya bir günde dört mevsim yaşattın! Diye...
Hani durduk yere, neden olduğunu anlayamadığın bir heyecan gelir göğüs kafesine de; "kesin başıma bir iş gelecek" ya da "Kesin kötü bir şey olacak" diye vesveselenirsin...
Hani, "içimden yüzlerce kelebek havalandı, sanki bulutların üzerindeyim" dersin..
Her şeyi hemde her şeyi dolu dolu yaşamışcasına ve bir o kadar da yaşamamışcasına...
Her canlının tadacağı ölümü, mezarlık girişinde okuyupta ısrarla yok saymışcasına...
Ne düşünürsen düşün, nerede olursan ol, kim olursan ol, bir Mencun olamıyorsun işte...
Kitabı okurken diziyi de izledim aslında. Mecnun'un bakışından duruşuna, İsmail Abinin kırmızı parlak kıyafetlerinin ışıkta gözüme yansıyışına, Erdal Bakkalın Taze demlenmiş çay kokusuna kadar her şeyi ama her şeyi hissettim.
Sonunu az çok " Bende Özledim" dizisinin ilk bölümünden az çok tahmin ediyorum desemde, o sonun hiç gelmesini istemedim. Son sayfalarda boğazıma oturan o yumrumsu şeyin gözlerime baskı yapmasından hoşlanmasamda o bir kaç damla yaş akmadan rahatlayamayacağımın farkındayım.
Ve son olarak; Burak Aksak sen nasıl bir adamsın! Elindeki kalem yuvarlak ya da altı köşeli değil mi? Nasıl her eğiminden farklı duygular sıçradı o kağıtlara ve ben okurken nasıl bu kadar dağıldım...
On üzerinden yüzbin...