Tanrı’nın suskun göründüğü bir dünyada hissedilen yalnızlığın, çılgınlığın sınırlarına sürüklenmesi gibi onu alır götürür uzak diyarlara. Hayat durumlar toplamına ya da yan yanalığına dönüşmüştür. Bu, Kafka’nın gerçeklik karşısındaki yazar tavrını da az çok çağrıştırmaktadır. Bu durumlar içinde ilişkiler, sözcükler, davranışlar, jestler, hatta mimikler bile birer sembol, birer yüklü gösterge olup çıkarlar. Dürüstlüğün sözde kaldığı, dejenerasyonun her şeyi yuttuğu bir ortamda, durum anlatıları bizi komiğin de sınırında dolaştırır. Durum bir kapan olduğu ölçüde, yalın ironi ve saçmalık kol kola, durumun içinde tuhaf dansı yapıp dururlar. İlk bakışta bu “yalın” gerilim, gerçekten de bütün Godard karşıtlarının onun filmlerinde olduğunu söylediği zorlama, fazlasıyla ucuz bir gerilim olarak görülür. Ve eğer Nana’nın genelevde ne yapacağını kesin olarak bilmediğimizi varsayarsak, bu eleştiri karşı çıkılamaz olur. Godard, gerilimi kasten izleyiciyi yanıltma üzerine inşa ederek hile yapar. Burada bahsi geçen “gerilim” salt anlamda bir gerilim değildir. Daha çok kişinin ruhani dışavurumudur. Ancak bunun fazlasıyla yüzeysel bir okuma olduğunu akla getiren birçok nokta vardır: Anna gerçekten de genelevi düşünsel olarak sadece ziyaret etmeyi kafasına koymuştur, ama düşüncesini değiştirip, yatak odasının kapısının dışında bir an için tereddüte düşerek geri dönmeye karar verme olasılığı vardır. Ve bu düşünce değişimiyle sekans tamamen farklı bir görünüm kazanır.