Bir insanın bildiklerine mi bakmalı, yaptıklarına mı? sorusu takılıyor aklıma. Yaptıkları ne kadar omurgasız, bir duruşu olmayan, yüklendiği ilmin değerini düşüren kişileri görmek ne kadar acı ya. "İlim azgınlık sebebidir." Diye buyurmuş alimlerimiz. Ne kadar doğru buyurmuşlar. İroni olan şu ki, bu sözü örnek olarak söyleyen o azgınlığı yaşayanın ta kendisi ama farkında bile değil! Çok üzücü gerçekten...
Hafif bir Alkol kokusu, üç beş hayat kadını ve bu kadınların elinde charles bukowski'nin alalalede basılmış gibi duran kitaplar'ı, evet bu fotoğraf 1 Nisan 2007'de hayatında ilk kez ara Güler ismini duymuş ve belki'de oruç arouba okumuş birisi tarafından çekilmedi çünkü etrafındaki herkesin Timaş yayınları okuduğu bir yerde entelektüel kaygı taşımak için daha yalnız kalmamıştı, tabiki bu yazdığım şey bir kusmuk parçası bir ironi aptalca bir kaç sözcüğün yeri ile oynamak ama daha da doğru'su entelektüel bir kaygı evet yanlış duymadınız Google'a bakıp birkaç şey okumak entelektüel bir kaygı tabi ki bu yazdığım şeyden ne anladığınız'la alakalı bir şey yani anlamak ve iman etmekde kutsal kitap yazarlarını tanımak için gerekli değil midir?, vaftizci yahya'yı bilmek gerekmez mi mesela, peki lütfen en son izlediğin şeyin zemine kafası çarpmış ve acı içinde çırpınan bir insan olmadığını söyle yoksa gerçekten elinde bir bukowski kitabı olan alımlı bir güzel kız olduğunu düşüneceğim, şiddet, pornografi, tüketim, haz, sisteme angaje olmak için kurduğun medeniyet bu yazım'dan daha mı mantıklı sevgili sen, lütfen söyle bana!
Reklam
Yaşam bir ironi
Tarih kitaplarını okurken büyük savaşların gerçekleştiği sırada bütün insanların acı ve ızdırap içinde olduğunu düşünürdüm…sonra o dönemlerde çekilen filmleri izlediğimde hayrete düşer nasıl olur da dünya kanrevan içinde iken, hergün binlerce insan ölür iken açlıktan ya da bombalardan, bir grup insan hala eğlencesini devam edebiliyordu. yoksa onlar aynı dünyanın insanları değilmiydiler? Aynı dünyada yaşamıyorlar mıydı…düşünür dururken büyüdüm ve dünyanın korkunçluğunun farkına varmakla kalmayıp bizzat kendim şahit oldum. Gazze’de bir baba minik meleğinin cansız bedenine sımsıkı sarılırken son bir veda son bir gözyaşı son bir öpücük alnına kondurur iken, travmatize olan bir çocuk olan biteni anlam veremeyip şaşkın bakışlarıyla kameralara bakariken ben telefonumun başına oturmuş onları izliyorum, çayımdan bir yudum daha alırken boğazım düğümleniyor ve elim ayağım buz kesiyor . Artık ne hissettiğimi bile bilmiyorum, insan duygularına nasıl yabancılaşır bilmiyorum ama hissedemiyorum…hayat bir yerde yaşanmaz bir hal almışken bir kitle ölür iken de devam edebiliyormuş… işte bu ironiye anlam veremiyorum. Dinlediğim şarkıların anlamı değişmiş benim de duygularım…ama hayat devam ediyormuş inatla ve hiç olmadığı kadar acımasız, ciddi ve bizimle dalga geçermişçesine…
böyle sessiz usulca yürüyordum bir gece istanbul ayaklarımın altında çığlıklar atıyordu öylesine büyüktüm, sığmazdım ama ellerim her şeye rağmen üşürdü asya ve avrupa
POLONYA EDEBİYATI - Şiirin Mozart’ı : Wisława Szymborska
“Şiirin Mozart’ı : Wisława Szymborska “Geçici olan bir anın bile, zengin bir geçmişi vardır.” (2 Temmuz 1923, Poznań – 1 Şubat 2012 Krakow) 1996’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan, Zbigniew Herbert ve Tadeusz Różewicz ile birlikte çağdaş Polonya şiirinin önde gelen temsilcisi olarak kabul edilen Polonya’nın yetiştirdiği en büyük şairlerden biridir
Geçmiş olsun!
Orhan Pamuk’un, Öteki Renkler adlı eserinde, ilk okuyuşumdan beri kafama kazınan şöyle bir cümlesi var: "Gençliğin acı verici yanı, insan ilişkilerindeki ikiyüzlülüğü görmek, buna karşı bir şeyler yapmak isteyip de yapamamak ve sonraları da bunu doğal karşılamaktır." Daha önceki yazılarımda ve kimi arkadaş sohbetlerinde dile getirmekten
251 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.