Blog hesabımda, Victor Hugo okurken “edebiyatın içime işlediğini hissediyorum” yazmıştım, aynı şeyi Türk edebiyatında da Peyami Safa okurken hissediyorum işte.
Ben daha önce Peyami Safa’dan Fatih-Harbiye’yi ve Yalnızız’ı okumuştum ve Yalnızız’ın kurgusuna da yazarın üslubuna da hayran kalmıştım. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile gerçekten bu hayranlığım kat be kat büyüdü, artık gönül rahatlığıyla en sevdiğim yazarlar arasında sayabileceğim biri oldu; Peyami Safa.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile ilgili yapılabilecek en güzel yorumu bence Ahmet Hamdi Tanpınar yapmış. Tanpınar demiş ki: “acının ve ıstırabın yegâne kitabı olarak hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından başka hiçbir eser olmasa da Türk romanının var olduğuna delil gösterilebilecek kudrette bir eserdir.”
Ne müthiş bir saptama ve ne değerli bir övgü, değil mi?
Kitapta kahramanın çektiği acıları, ona pansuman yapılırken onun yerine ‘ah’ diyecek kadar çok hissettim içimde. Aşkını, yalnızlığını, çaresizliğini... O kadar ele gelen, yüreğe dokunan bir karakter yaratmış ki yazar; gerçekten okurken anlatıma da, romanın anlattıklarına da hayran kalmamak elde değil.
İyi ki bu kitabı okumuşum, bence mutlaka okunması gereken bir kitap. “Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.” demiş Peyami Safa, elbette tam olarak anlayamayız ama en azından bu psikolojinin çok yakınına girebilmemiz mümkün bu kitap ile.
Okuyun ve okutturun lütfen.
İyi ki yazmışsın Peyami Safa!