Zifiri bir gecenin koynunda kımıldayıp duruyordum, ömrümü dalgalarına gömmüş, derin bir geceydi bu. Bu geceyi aydınlatmış o bir çift göz, ebediyen sönmüştü. Bir yere varmışım, varmamışım, benim için ne fark ederdi!
Yaşar Kemal bir hafıza. Olaylar kronolojisinin hafızası değil; acının, var olan toplumsal ve kültürel alışverişinin hafızası. Varoluş çığlıkları atan insanların bilinçaltı.
Olaylara bakarız. Tarihsel olaylara;
Mübadele,
Sarıkamış,
Çanakkale savaşı,
Ezidi soykırımı,
Ermeni olayları,
...
Bunları ne savaşı başlatanı anlatarak ne de
Peki sen de tüm yaşanmışlıkları sorguluyor musun? Hakikatin tam olarak nerede, ne zaman yitirildiğini, neyin sahte neyin gerçek olduğunu anlamaya çalışıyor musun? O halde bunun artık imkansız olduğunu da fark etmişsindir. Sahte bir geçmişle hakiki bir gelecek kurmak mümkün değil. Dünya ayaklarının altından kayıp gitmiş bir defa, istesen de dengede duramıyorsun. Dengesiz yaşamaktansa gitmek daha kolay, külfetsiz ve hızlı. Ve bu yüzden hayatta hakikiliği sorgulanmayacak tek şeye sığınıyorsun, ölüme.
İnsanlar karınca gibi üst üste yığılmak için değil, işlemek zorunda oldukları toprağa dağılmak için yaratılmışlardır; ne kadar çok bir araya gelirlerse, o ölçüde kokuşurlar. Vücudun sakatlıkları ve ruhun kötülükleri bu çok kalabalık olarak bir araya gelmenin kaçınılmaz sonucudur. İnsan, hayvanlar arasında en az sürü halinde yaşayabilen hayvandır.
"Geçen seyahatimden dönerken ne duydum biliyor musun? Haçlılar buldukları her şeyi olduğu gibi, Şiraz'dan getirttikleri üzüm kütüklerini de ülkelerine gönderiyorlarmış."
Duydukları Cafer'i çok şaşırtmadı.
"Göndersinler. Şiraz'ın Avrupa'ya ilk gidişı olmayacak ki! Altıncı yüzyılda da Yunanlılar götürmüşlerdi. O zaman yetiştirmekte çok başarılı olamadılar.
Bakalım bu kez olabilecekler mi?.."
Sen geçmişini gizlemek için ne kadar yalan söylersen, ruhundaki etkisi o kadar büyük olur. Peki, duvarın altından ne kadar büyük bir bedel ödediğinde canlı çıkabilirsin?
Bazıları başkalarının acısına uzaktan bakıp kederlenmek ile iyi insan olunabileceğini sanıyor hatta sadece kendi iyiliğinin altını çizebilmek için üzüntüsünü ele güne duyurmaya çalışıyor . Oysa şunu iyice öğrendim ki vicdandan en çok söz edenler, sadece başkalarının kurbanlarını üzülen katiller. Kabullenmek zor ama aslında başkalarının acısına bakarken insanda kederden ziyade hodbin hisler uyanıyor. Savaş gazilerine bakmak feci bir duygu ile tanıştırıyor insanı :şükretme duygusu. Duyguların en iki yüzlü en sefil olanı. Haline şükretmelerin en rezilcesi başkalarının haliyle mukayese edilerek yapılanı... O zaman insan yaradana verdiği mutluluk için değil olsa olsa başkalarına verip kendisinden esirgediği acılar için teşekkür ediyor. Ve bunu ne zaman fark etse mesela hastanedeki ölü çocuklara onların ince ayak bileklerine bakarken ruhunu derin bir utanç kaplıyor.
ben çocukken ayakkabılarımı ne kadar sıkı bağlarsam o kadar hızlı koşarım zannediyordum, sana da ne kadar sıkı sarılırsam bağımız o kadar kuvvetli olur zannetmiştim sevgilim. zannetmiştim
zaman
Sincap, meşe palamutlarını toplamak için uğraşır, sonra onları toprağın altına saklar ve nereye sakladığını unutur... Bu onun "zayıflığı"dır. Zaman geçer ve toprağın altındaki o meşe palamutları boy boy ağaçlara dönüşür... Bu sincapların "vesilesidir.
Bilemeyiz ki, ne hayırlı, ne zarar... Zaman gösterecek.
Sonsuzluğun altında değersiz varlıklarız hepimiz, Kainatla mukayese edildiğinde ne derece aciz bir varlık olduğumu daha on yaşındayken idrak etmiştim. O zamandan beri yaşadıklarım neticesinde hangi görüşlerim değişti? Allah'a peygambere, ilk aşkın büyüleyiciliğine olan inancım sona erdi. Yaz akşamlarında yaseminler artık eskisi gibi güzel kokmuyor. Laleler artık eskisi gibi rengarenk değiller. Sadece kainatın sınırsızlığına dair şaşkınlığım ve beklenmedik tabiat olaylarına ilişkin korkularım baki kaldı. Dünyamızın kainatta bir toz zerresi olduğu, bizlerin de bu toz zerresinin içinde seçilemeyecek kadar küçük varlıklar olduğumuz bilgisi hâlâ içimi derin bir umutsuzlukla dolduruyor.
Yoğun ve sürükleyici olan yeni bir düşünce romanı : Nietzsche Ağladığında.
Edebiyatla da düşünülebileceğini gösteren müthiş bir örnek...
Sahne Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yüzyıl Viyana'sı. Entelektüel ortamlar. Hava soğuk.
Aktörler Nietzche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş.
Annen beni gerçekten sevdi , biliyorum ; ama neydi bu sevgi , onun yalnızca daha önceden edinmiş olduğu bakış biçimlerine verdiği addı. Beni , hep ya yanlış anladı ya da hiç anlamadı. Beni hiçbir zaman sahiden ben olarak göremedi ki o zaman kimdi annenin sevdiği ? Bende ben olmayan birini — hatta bir şeyleri — sevdi. Sonra beklediklerini bulamadıkça , duygulan o sevgisi nefrete dönüşmeye başladığı zaman da,ne yazık ki , gene , ben değildim nefret ettiği kişi... Beni tanıyarak , bilerek , görerek ; sahiden ben olan benden nefret etseydi , inan , sevinirdim buna.
Öyle olmadı.