İçimizdeki hiç kimsenin dokunamadığı o köşeye çekildiğimiz kimi vakitler şunu sorarız kendimize yada sormalıyız belki de,
"İçimdeki bu dolduramadığım boşluk, hayatımda eksikliğini hissettiğim o şey ne?"
Eksikliği şöyle tanımlamış bir filozof;
" Birbirine ait olanın henüz bir arada olmayışı."
Bu doğru çünkü ait olmadığımız her ne varsa bize yükten başka bir şey olmuyor, aksine daima sırtımıza kambur olan bir fazlalık oluyor.
Ait olduğumuz ama henüz ulaşamadığımız o şeyin hasretiydi içimizdeki bu boşluk.
Ve bize ait olan veya ait olmak istediğimiz ne varsa ona ulaşmadan eksik kalacağız hep.
Ruhu eski zamana ait olanların hissettiği o eksiklik duygusu hiç gitmeyecek belki de. Zira eski zamanın izleri, zamanın kendisi gibi hızla kaybolup gidiyor ne yazıkki...
Bu yazıyı yazarken daha önce bir yerde okuduğum bir yazı geldi hatırıma, başka dile çevrilemeyen yabancı kelimeler listelenmiş yazıda, "saudade" diye bir kelime vardı onların arasında. Portekizce bir kelime, anlamı ise; "Muhtemelen olmayan birşey için duyulan hüzünlü bir özlem ya da hasret."
Sonra yarım kalan hikâyeme baktım, bir dua aradı gözlerim, buldu da. "Sen, içimizdeki şu adını koyamadığımız sızının, hissettiğimiz o eksikliğin de Rabb'isin. Bazı şeyler ele geçmez artık, bazı günler geri gelmez amenna.
Geçmiş zamanın rüyası bile ağır gelir artık uykularımıza. Lâkin hiç değilse o güzel günlerin huzuru sinsin üstümüze, rahmet et.
O huzuru yaşatacak kalplere, inceliklere tevâfuk ettir bizi ve sürekli elimizle kalbimizi yoklatan bu boşluğu doldur eski zamanın güzellikleriyle."
Vesselâm.