Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
VİSAL Beni zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş; Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş... Perde perde veralar, ışık başka, nur başka; Bir anlık visal başka, kesiksiz huzur başka. Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci; Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan, ezberci? Yoksa göz, görüyorum sanmanın öksesi mi? Fezada dipsiz sükut, duyulmazın sesi mi? Rabbim, Rabbim, Yüce Rab, alemlerin Rabbi, sen! Sana yönelsin diye icad eden kalbi, sen! Senden uzaklık ateş, sana yakınlık ateş! Azap var mı alemde fikir çilesine eş? Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor? Çilesiz suratlara tüküresim geliyor! Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum; Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum! Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki sayan deli? Kendini kaybetmek mi, visalin son bedeli? Mahrem çizgilerine baktıkça örtünen sır; Belki de benliğinden kaçabilene hazır. Hatıra küpü, devril, sen de ey hayal, gömül! Sonu gelmez visalin gayrından vazgeç, gönül! O visal, can sendeyken canını etmek feda; Elveda toprak, güneş, anne ve yar elveda!
"Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle; Bana kötü deyip kötülük edeceksen, Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle." Başka bir rubaisine ise söyle seslenir: "Ey gönül bu muammayı çözmeye eremezsin. Bilgeler ne diyor, o nükteye eremezsin. Yap burada kendine bir cennet kadeh ile meydan Öte yandaki cennete ya erer, ya eremezsin."
Reklam
Kendi sıkıntılarından hiç bahsetmiyor. Ne yüce bir gönül!
Eskiden övündüğü nesi varsa hepsi yok olup gitmişti ve ölüm hiç de uzak değildi artık. Ama göğsündeki yüreği yine gençlik yıllarındaki arzularla, tutkularla çarpıyor, gönlü kocamıyordu. Ne büyük bir felâketti gönlün hiç yaşlanmaması! Çünkü,gönül yaşlanmayınca, düşleri, düşünceleri de değişmiyordu. Ve insan ancak rüyada, düşüncelerde hür ve ölümsüzdü. Düşleriyle o, gökyüzüne çıkıyor, denizlerin dibine inebiliyordu. İnsanın yüceliği, ölünceye kadar hayatla ilgili düşünüp düşlemesindedir. Ama ölüm buna hiç aldırmaz, hiç bırakmaz insanın peşini, insanın yaşaması, düş ve düşüncelerinin çok yüce, zekâsının çok parlak olması umurunda değildir ölümün. O bütün bunlarla alay eder ve insanı bırakmaz.
1. İnsan, Allah Teâlâ’dan hem kendisi hem de yakınları için gönül tokluğu ve zenginliği istemelidir. 2. Kulağın, gözün, dilin, kalbin ve cinsel organın işleyebileceği günahlardan sakınmalı ve onları yapmaktan Allah’a sığınmalıdır. 3. İnsanların, şeytanların ve düşmanların yapacağı kötülüklerden Allah’a sığınmalıdır. 4. Allah’tan iyi kul olmayı
Aidan rahatlama kasılmalarının ne zaman gerçekleştiğini tam olarak biliyordu. Fionna çığlık attı. Vücudu Aidan'ın etrafında tek- rar tekrar kasıldı. Bitik ve tatmin olmuş bir şekilde genç adamın üzerine yığıldı, Aidan'm parmağı hâlâ içindeydi. Aidan hayatında hiç olmadığı kadar tahrik olmuştu. Vücudu- nun her bir parçası, her bir kası ve siniri gerilmişti. Kontrolünü baybetmenin kıyısındaydı. İçi kızıl bir arzuyla kavruluyordu, Fionna rahatlamış olmasına rağmen kendisi rahatlamamıştı. Neredeyse Müşünemiyordu. Güçlü kollarıyla Fionna'yı kaldırdı ve onu kendisine çevirdi. Genç kadının çıplak bacakları, Aidan'ınkilerin üzerinde duruyordu. Aidan kolunu genç kadının sırtına dolamıştı. "Bana zevk verdin, aşkım. Ve ben de sana bu kadar zevk verdiğim için mutluyum. Ama tekrar birlikte olduğumuzda, bu defa içinde başka bir uzuum olacak." Uzanarak pantolonunu açtı ve iyice sertleşmiş erkekliğini serbest bıraktı. Fionna'nın parmaklarını kalın, şişmiş etinin üzerinde kapadı ve kendi parmaklarının baskısıyla sabitledi. "Ve aramızda hiçbir şey olmayacak, tatlım. Elbiseler. Sözcükler. Ne söylediğimi anlıyor musun?" Fionna ağzı açık bir şekilde ona baktı, söyledikleri ve yaptıkları genç kadını afallatmıştı. Taş gibi sert erkekliğini hissedebiliyordu... Yüce Tanrım, avucu genç adamın sert erkekliğiyle dolmuştu. Daha da şaşırtıcı bir şey vardı ki bu gerçekten sadece bir kısmıydı. Aidan'ın yüzü gergindi, gülümsemiyordu, gözleri o kadar şiddetli bir arzuyla parlıyordu ki Fionna şaşkınlıktan konuşamaz hale geldi.
Sayfa 199
Reklam
Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
ötüken yayınevi
Saint- Just;
"Bir kralı vatandaş olarak yargılamak! Bu sözcük gelecekteki soğukkanlı kuşakları hayretlere düşürecektir. Yargılamak yasayı uygulamaktır. Yasa bir adalet ilişkisidir. İnsanlık ve krallar arasında ne gibi bir adalet ilişkisi olabilir ki? Yarın öbür gün bir yüce gönül, kralın davası yönetiminin işlediği suçlardan ötürü değil, kral olma suçundan ötürü görülmeli diyecektir... Saltanat masumca sürülmez."
Sayfa 53 - xvı. LOUISKitabı okudu
Chambord Kontu (V. Henri) olayını hatırlıyor musunuz? Bu da bir kral, lejitimist [iktidarın meşruluğunu soya dayandıran monarşi taraftarı]... İspanya'da Don Carlos'un yaptığı gibi, o da aynı dönemde Fransa'da iktidar arayışına girmişti. Hatta birbirlerini aynı aileden, aynı kökten sayabilirler, ama ne kadar farklı! Biri inançlarına
Sayfa 296 - 297, 298, 299,300, 301,302,303Yapı Kredi Yayınları
Ne büyük bir felaketti gönlün hiç yaşlanmaması! Çünkü, gönül yaşlanmayınca, düşleri, düşünceleri de değişmiyordu. Ve insan ancak rüyada, düşüncelerde hür ve ölümsüzdü. Düşleriyle o, gökyüzüne çıkıyor, denizlerin dibine inebiliyordu. İnsanın yüceliği, ölünceye kadar hayatla ilgili düşünüp düşlemesindedir. Ama ölüm buna hiç aldırmaz, hiç bırakmaz insanın peşini, insanın yaşaması, düş ve düşüncelerinin çok yüce, zekâsının çok parlak olması umurunda değildir ölümün. O, bütün bunlarla alay eder ve insanı bırakmaz. Niçin böyledir? Dünya niçin böy-le kurulmuş? Deniz Kızı bir rüya imiş, hayalmiş... Varsın olsun, ama devam etsin, bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da devam etsin, sonsuza kadar sürüp gitsin.
Sayfa 36 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Reklam
Herkes herkese aynadır. Ben, Allah'ın cilāladığı bir aynayım.
Ebrucu teknesini hazırlıyor. Tekne yavaş yavaş suyla doluyor. İnsan gibi... Bu su, yavaş yavaş güzelliklerin vitrini olur... Güzellik insanın mayasıdır. Kişi hangi suyla dolarsa o suyla taşar... Gülsuyu ile dolan gülsuyu sızdırır. Kirli su ile dolan da kirli su... İnsanın varlığı bu tekne gibi... Tekne temiz, su temiz... Tanrı'nın
Timur
Uzun müddet düşünüp hazırlığını yaptığı Çin seferine çık madan önce bilgin ve din adamlarını çadırına topladıktan sonra Allah'a şöyle dua etti: "Yüce Tanrı insan aklının erişemediği tek Tanrı. Ben ki zavallı bir yaratığım. Senin sonsuz yapıtların yanında bir hiç olan kendi hizmetlerim için sana ne kadar gönül borcum olsa azdır. Hiçten beni yarattın. Düşkünken beni yücelttin, küçük soyumu dünyaya egemen kıldın. Savaşlarda kazandığım zaferler ve fethettiğim bütün ülkeler hep senin yapıtın. Çünkü ben zavallı bir tutsak yaratığım. Eğer benden gücünü ve şefkatini esirgeseydin, hiçbir şey yapamazdım. Barışta bana huzur ve neşe veriyorsun, savaşta zaferin benim olmasını istiyorsun, devlet içinde beni egemen yapıyorsun. Düşmanları tarafından korkulan, millet tarafından sevilen bu kulunu daima kötülüklerden koru. Biliyorum ki bir toz parçasıyım ve eğer beni bir an bırakırsan bütün ünüm yok ve bütün büyüklüğüm bir hiç olacaktır. Hatalarımdan dolayı beni utandırma. Daima ödüllendirdiğin kulunu unutma. Ve bil ki zamanım geldiğinde senin yapıtını tamamladıktan sonra, adını anarak son nefesimi vereceğim."
İnsan uygarlık dünyasının lezzetlerine ne kadar alışık olsa da yine arada sırada ilk hali olan kırlarda oturma eğilimini bütün bütün aklından çıkaramıyor. Şimdi gurup zamanı bir su başında, bir çimenlikte, bir ağaç altında oturup da doğanın o yüce hüznünü seyretmek şehirlerin, evlerin hangi eğlencesine tercih olunmaz? Ara sıra beldelerin o iğrenç havasından, uygunsuz manzarasından kaçar; rüzgârın, çiçeklerin gözeneklerinden henüz kurtulmuş parçalarıyla soluk almayı nasıl olur da gönül istemez? Kırların birbirine benzemez nice yüz bin renk ve şekillerine dalmayı hangi bakış vardır arzu etmez?
“Kızmaya hakkım yok, diye düşünüyordu Violante. Onu yüce gönüllülüğünden ötürü sevmemiştim; aşağılık bir adam olduğunu itirafa cesaretim olmasa da pekâlâ seziyordum. Bu onu sevmemi değil, yüce gönüllülüğü aynı ölçüde sevmemi engelliyordu sadece. Bir insanın hem aşağılık olup hem sevilebileceğini düşünüyordum. Ama sevgi bittiği andan itibaren gönül insanları tercih ediliyor. Bu alçağa tutkum tamamen zihinsel olduğu, duyuların etkisinde kalmak gibi bir mazereti olmadığı için iyice tuhaftı. Platonik aşk ne kadar anlamsız.”
Sayfa 2 - YKY Yayınları, Hazlar ve Günler IV Bölüm
521 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.