"Öğretmenlikte sanatı bir nakış gibi örme imkânı var deyişinizi hatırladım. Necatigil'i, bir ada olabilmeyi başarmış şairi düşündüm. Tipide yürümek buzlar üzerinde yürümekten zordu. Latif bir işaret arıyordum. Kalbindeki ışık menfezsiz kırk odaydı, içinde sönmeyen bir çerağ vardı "gidiyorum", "geri dönmeyeceğim". "Niçin?" "Geri döndügü zaman kalmamıştır insan." Cam bir fanus içindeydiniz, koza benzetmenizi hatırlamamak mümkün müydü? Batışında da doğuşunda da gölge düşürmeyen kutlu bir zeytin ağacı gibi yağından tutuşturularak sönmeyen çerağı ateşlediniz. Oysa dumansızdınız, sadece ışık saçıyordunuz, güzelligin kökü inattı, şimdi yine Paris'ten gönderdiğiniz kartın bir yüzünde Notre Dame, diğer yüzündeyse "kekliği değil beni vur"la biten şiiriniz, dünyayı onların kucağına atıveren.