Virginia Woolf diyince çoğu kişinin aklına Kendine Ait Bir Oda gelir.
Zaten feminist olan yazar feminist kimliğini bu kitapta konuşturmuş. Kadınların hayatın her alanında ve edebiyatta yaşadıkları zorlukları anlattığı bu kitapta almasını bilen herkes için fazlasıyla ders var.
Sizce neden feminizm hâlâ erkek düşmanlığı olarak görülüyor?
Feminizm gerçekte nedir?
Feminist kimlere denir?
Çok severek okudum. İyi ki okudum
Tekrar tekrar okunmayı hakeden bir yapıt.
#herkitapbiryaşam Okuyunuz.
Türkçülük akımının öncülerinden biridir Ziya Gökalp.. Abdülhamidin Türkçülük hareketini önlediğini yazıyor.."Hars demokratik tehzib ise aristokratik.. Hars milli tahzib ise beynelmileldir... Millet ortak kültürü paylaşan fertlerin bütünüdür.. Türkiyenin milli lisanı İstanbul Türkçesidir.İstanbulda 2 Türkçe vardır:Biri konuşulup yazılamayan İstanbul lehçesi,diğeri yazılıpda konuşulmayan Osmanlı lidanıdır.Acaba milli lisanımız bunlardan hangisi olacaktır?" (Özellikle Türk dili edebiyatı mezunlarının bakış açısı bile beni şaşırtıyor..Türkçe nedir? Bir kesimin bize Osmanlıca diyerek Farsça ve Arapça karışımı bir dili empoze etmeye çalışması mı...Sıradan insanların kullanmadığı bir dil...) Bu arada güncel belki ama yazar " Dünyanın en demokrat kavmi eski Türkler olduğu gibi en feminist nesli de yine eski Türklerdir diyor ve feminizmi; eşitliğin kadınlara ait bir görünümünden ibarettir" olarak tanımlıyor. İslam sonrası etkileşim bizi bu günlere getirdi sanırım.." Eski Türklerde ana soyu ile baba soyu kıymetçe birbirine denkti." Hukuki Türkçülük kısmını okumanızı tavsiye ederim. "Dini Türkçülük,din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması demektir.Bir millet dini kitaplarını okuyup anlayamazsa dinin gerçek mahiyetini öğrenemez."(bu cümle ne kadar derin anlamlar içeriyor anlamak zor olmasa gerek...) "Türkçülük siyasi bir parti değildir;ilmi,felsefi,estetik bir mekteptir.(yani kimsenin tekelinde değil ) Ayrıca kitabın siyasi Türkçülük kısmını da okumanızı tavsiye ederim..
Bu hayatı oluşturan sey nedir; olaylar mı yoksa olaylarla ilgili hatıralar mı? s 199 Sanat ve Yalanlar Jeannette Winterson.
Handel, Picasso Sappho bir araya gelse ne konusurlar ? Winterson bunu biraz değiştirip yazmis. Handel burada bildigimiz besteci degil, sorgulayan bir rahip ayni zamanda cerrah. Picasso erkek degil kadin. Ustelik aile icinde istimara ugramis aci dolu bir kadin. Saphho kendi kimligi ve cüretkar diliyle karsimizda. Bu birbirinden farklı uc kisilik sembolik bir trende bir araya gelirler. Bu trende neler konusulmaz ki. ? Kadin olmak, aile, eril tahakküm, istismar, din, inanc, katolik kilisesinin ikiyuzlu ahlak anlayisi, sanat , cinsellik birbirinden farkli konular. Ayni zamanda guncelligini gunumuzde de koruyan konular. Winterson kelimeleri oya gibi işlemiş ve bizlere siirsel bir metin sunmus. Tek kelimeyle mukemmel. Deneysel bir metin oldugu icin dikkat isteyen ve anlamasi zor bir kitap Sanat ve Yalanlar. Feminist yazin dunyasinin bence en iyi kalemlerinden biri Winterson. Benim gibi seviyorsaniz bu yazari okuyun derim Benim icin mukemmel.
Post-yapısalcı cinsiyet teorisyeni ve filozof Judith Butler ile selamlıyorum sizi.
1990’da yayınlanmasından bu yana, çağdaş feminist teorinin temel eserlerinden biri haline gelen ve cinsiyet, queer teorisi veya kültürde cinsellik politikası ile ilgilenen herkes için önemli bir çalışma haline gelen Cinsiyet Belası ile…
Büyük bir tartışma konusu olan Cinsiyet Sorunu, modern dünyada heteronormativite ve cinsiyetin işlevi hakkında güçlü bir eleştiri sunmaya devam ediyor.
Peki, Judith Butler’ın Cinsiyet Sorunu için ana argümanı nedir derseniz. Cirmimce ifade etmeye çalışayım.
Butler, cinsiyetin kişinin sahip olduğu bir şey olmadığını, daha çok kişinin yaptığı veya gerçekleştirdiği bir şey olduğunu savunarak, cinsiyet kimliğinin bazı içsel gerçeklere değil, bunun yerine tekrarlanan cinsiyet performansının bir yan ürünü olduğunu savunuyor diyebilirim.
Bu metin Judith Butler’ın “performatiflik teorisi” olarak yer bulmaya devam edecek fikirleri ve yıkıcı cinsiyet uygulamaları olasılığının ilk eklemlenmelerinden bazılarını ilerletmeye başladığı metindir.
Butler, sorgulamaya “kadın” kategorisi ile başlamış, “eril” ve “kadınsı” incelemeleriyle devam etmiş.
Daha önce “Çözülen Cinsiyet” kitabını okuduğum yazarın bu metni için son tahlilde diyebilirim ki yeni bir cinsiyete dayalı yaşam tarzını önermek için değil, cinsiyet için olasılık alanını açmak gerektiği düşüncesini savunuyor.
Kültür Denen Şey: Antropolojik Yaklaşımlar - Ayfer Bartu Candan- Cenk Özbay
(kolektif makaleler)
Kitabı okumaya başlamadan önce Sayın
Ayfer Bartu Candan ın kitap ve antropoloji hakkındaki söyleşini dinlemiştim. Ama ne yazık ki her makale, antropolojide yeni alanları açıklamaya çalıştığı için konular eksik kalmış gibi oluyor. Bu kitabı Türkiye'de
"Öteden beri feminist yaklaşım savaşın bir erkek icadı olduğunu ileri sürer (Meskell 1995). Erkek egemenliğinden önce uygar dünyaya hâkim olan kadınlar savaş nedir bilmiyorlardı (Gimbutas 1995). Arkeoloji feministleri doğrulamaz. Ancak, kadın ve erkek arasındaki ibrenin bir kırılma, erkeğe doğru dönme noktası vardır ki, bu noktada tam da
"Feminizm nedir?" sorusuna korkuya ya da fanteziye dayanmayan bir cevaplan olsun istiyorum- Şu basit tanım ellerinde olsun, onu tekrar tekrar okusunlar ve bilsinler istiyorum: "Feminizm cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir." İlk kez, bundan en az on yıl Önce Feminist Teori: Çeperden Merkeze adlı kitabımda önerdiğim bu tanımı seviyorum; çünkü hareketin erkek karşıtı olmakla alakası olmadığını çok net bir biçimde belirtiyor. Sorunun cinsiyetçilik olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ve bu açıklık bir gerçeği unutmamamıza yardımcı oluyor: İster kadın olalım ister erkek, hepimiz, doğduğumuz andan itibaren toplumsallaşma vasıtasıyla cinsiyetçi düşünce ve eylemi kabul etmeye yönlendiriliyoruz. Bunun bir sonucu olarak, kadınlar da erkekler kadar cinsiyetçi olabiliyor. Bu durum, erkek tahakkümünü mazur göstermez ya da ona bir gerekçe sunmaz; fakat feminist düşünürlerin hareketin erkek karşıtlığından ibaret olduğunu varsaymasının naif ve yanlış olacağı anlamına gelir. Kurumsallaşmış cinsiyetçiliği adlandırmanın bir diğer yolu olan ataerkiyi sona erdirebilmek için şunu açık bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor-. Biz hem aklen hem de kalben değişmedikçe, cinsiyetçi düşünce ve eylemin yerine feminist düşünce ve eylemi getirmedikçe cinsiyetçiliği devam ettirmiş oluyoruz.
"Bana Harem´i anlat, sana kim olduğunu söyleyeyim...
Ne kadar dikkat çeken bır sesleniş kıtaba
Haremden Kaçan Şehrazat Başlarken
Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, erkekler Harem üzerine düş kuruyorlar:
her birinin fantezisinde en gizli duygulara yer veren kişisel bir ´Harem´ var.
"Faslı feminist bir yazar
Kitsch'in kökeninde varoluşla kayıtsız şartsız uzlaş- ma yatar.
Ama varoluşun temeli nedir? Tanrı mı? İnsanlık mı? Kavga mı? Aşk mı? Kadın mı? Erkek mi?
Görüşler değiştiğine göre, çeşitli kitsch'ler vardır: Katolik, Protestan, Yahudi, komünist, faşist, demokratik, feminist, Avrupalı, Amerikalı, ulusal, uluslararası.
Fransız Devrimi'nden bu yana, Avrupa'nın bir yarısı sol, bir yarısı da sağ olarak nitelendirildi. Oysa birini ya da ötekini, ortaya koyduğu kuramsal ilkeler açısından tanımlamak hemen hemen imkânsız. Şaşılacak şey de değil; politik hareketler akli tutumlardan çok, şu ya da bu politik kitsch'i oluşturan düş, imge ya da sözcükler üzerinde yükselirler.
Hatırlanacağı gibi, "cinsiyet/toplumsal cinsiyet sistemi" kavramsallaştırmasının kendisi de biyolojik cinsiyet ikiliğini veri kabul ederek bu ikiliğin kültürel (toplumsal, ekonomik) olarak nasıl işlevselleştirildiğini konu ediyordu. Dolayısıyla, l980'lerin sonuna geldiğimizde feminist antropologların cinsiyetin kendisini problematize etmeleri, kritik önemde bir tartışma alanı açmaktadır diyebiliriz. Örneğin Atkinson ve Errington (1990) yazdıkları bir giriş yazısında, son derece basit ama toplumsal cinsiyet kavrayışını temelden değiştirecek bir soru sorar: Toplumsal olarak inşa edilmiş cinsiyet ile cinsiyetin toplumsal olarak inşa edilmesi arasındaki fark nedir?
Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood
Size mükemmel bir distopya yazarın kendi deyimiyle "üstopya" incelemesi ile geldim. Öncelikle nedir bu üstopya? Kitabın içeriğini distopya içinde ütopya olarak görüyoruz. Yani hiçbir zaman umut bitmiyor. Korku dolu bir gelecek değil bizi bekleyen. Her şey olabildiğince gerçekçi hatta.
Kitap
İlk ve en önemli mesele, temel , değişmez bir
düşünceyle yola çıkmak. Peki nedir bu düşünce?
Öncül feminist düşüncen şu olmalı:
Ben önemliyim. Eşit ölçüde önemliyim.
Sayfa 13 - Doğan Kitap 1.baskı Şubat 2019, Çevirmen : Begüm KovulmazKitabı okuyacak
Yazar bu kitapta belli duyguların daha çocukken bir renge dönüştüğünü, şekillenen bu duygunun da nesilden nesile aktarıldığını savunur. Ötekine olan bakışımız da bu aktarımın mirasıdır. “Acı” , “nefret” , “iğrenme”, “sevgi” , “utanç” gibi bölümlere ayırdığı kitapta bu duyguların kuramsal ve pratikteki yansımalarını örneklendirir. “Acıyor” artık
Bulmak için epey zahmete girdiğim bir kitap, bu zahmetin karşılığını ancak bu kadar güzel verebilirdi bana. Erkek Nedir Bilmezdim, acayip bir kitap. İlk bakışta feminist bir distopya olduğunu söylemek kolay. Fakat sadece bu şekilde tanımlamak çok yanlış. Kendine özgü bir türü olduğunu söylersek hakkını vermiş oluruz.
Roman, bizi hiç bilmediğimiz