Kitap şuan bitti ve ben hala etkisindeyim. İçimde bir boşlukla beni bırakıp gitti sanki, bir düğüm bıraktı boğazımda biterken. O kadar güzel anlatmış ki Yaşar Kemal Ağrıdağını ve Ağrıdağı efsanesini; ben şuan oraya gitmek, Ağrıdağının eteklerinde dikilmek, okuduklarımın bilinciyle ve kaval sesinden Ağrıdağının öfkesini dinleyerek Ağrıdağını izlemek istiyorum.
Ayrıca Abidin Dino'nun çizimleri, altına yazdığı cümlelerin naifliği de hikayeye çok güzel eşlik etmiş, hikayeyi tamamlamış.
"'Aşk nedir ya da ne değildir?' diye sorduğumdur."
“Taassup” sözcüğü: “Bir düşünceye, bir inanışa körükörüne bağlanıp ondan başkasını düşünmeme hali, bağnazlık.” olarak tanımlanır.
Taassupsuzluğu da Atatürk şöyle belirtmektedir :
“Taassupsuzluk o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiçbir kin duymaz, bilâkis hürmet eder.” Ancak:
“Birtakım
Bazan tevazu', küfran-ı nimeti istilzam ediyor; belki küfran-ı nimet olur. Bazan da tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi ki; ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek, Mün'im-i Hakikî'nin eser-i in'amı olarak göstermektir. Meselâ: Nasılki murassa' ve müzeyyen bir elbise-i fahireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese:
"Mâşâallah çok güzelsin, çok güzelleştin." Eğer sen tevazukârane desen: "Hâşâ!.. Ben neyim, hiç. Bu nedir, nerede güzellik?" O vakit küfran-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir san'atkâra karşı hürmetsizlik olur.
Eğer müftehirane desen: "Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz." O vakit, mağrurane bir fahirdir.
İşte fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: "Evet ben güzelleştim, fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir, benim değildir."
Mektubat - 369
Sartre'ın yarattığı kişilerin özgürlüğü nedir? Bu kişilerin gücü dünyadan kaçmakta, kendinden kopmakta, baskı yapan şeylerden sıyrılmakta, onları yok etmekte görülür. Ama kopmak gerçekte bir kurtuluş, bağsız olmak bir kaçış değildir ki. Hem insanın kopup kurtulduğu bu dünyada –kişiyle sıkıntı arasında– yalnızca hiçlik, yalnızca özgürlük yokluğu mu vardır? İkisi arasında yalnızca bir boşluk bulunduğu nasıl doğrulanabilir? Özgürlüğü bir kurtuluş olarak yaşamamız için Sartre'ın bu boşluğu ne
ile dolduracağımızı bize göstermesi gerekirdi; istememek ve inkâr etmek özgürlüğüne inanmak ve bağlanmak özgürlüğünü de eklemesi gerekirdi. Yazık ki Sartre bunu yapmaz. Nitekim Sartre'ın kişileri bir şeye bağlanmazlar. Kendi özgürlüklerinden çok başka şeylere inanırlar: Sevmek ve hareket etmek için değil, seçmek için seçerler. Oysa, bulantıyı yenmek için değerden yoksun bir özgürlükten başka şeyler –sözgelimi özgürlüğün bağlanabileceği– bulmak gerekir. Ama bu değerler o evrende nasıl ortaya çıkacak, o kapalı kapıları sarsabilecek tutku nereden gelecek? Bilmiyoruz. Çünkü Sartre'ın dünyasında ne renk vardır, ne gerçek kurtuluşa özgü bir özgürlük sesi ne de bir özgürlük çağrısı. Bunların olmayışı, o koca eser için göze görünür tek tehlikedir gerçi; ama saplantı payının gitgide artması, istem payınınsa
gitgide azalması da bir talihtir onun için. Diyeceğimiz onun talihi kendine bağlılığındadır: Bir yaşayış bildirisi (message) olmaktan çok, bir dünya görüşü olduğunu bilmek zorundadır.
Mutluluğumuzu kendimiz yapar ya da buluruz.
Schopenhauer nedir? Kimdir diye sormuyorum nedir bu adam? Schopenhauer, her şeyden önce felsefenin başkaldırısıdır, bu başkaldırının arasından sızan gülüşüyle. O korkunç resmin arkasında yatan ıstırap infaz mangasının iyi niyetli yol göstericisidir. Schopenhauer olmak yürek ve zekayı aynı kulvarda
Ha Yanıp Ha Söndü Ha Yanıp Sönmedi Bir Ateş Böceği
I.
Vurdum güneye o zaman
Eski bir su dibi mühendisiyle
Yokluktu olan bir şimdi içinden
Damarlarıma dolan bir şimdi içine
Aktım patlayınca avlular balkonlar açan höyüklerden
Ben. Yüzümde o zambak işareti, eski