Tahir efendi bize kelb demiş İltifatı bu sözünde zahirdir Malikî mezhebim benim zira İtikadımca kelb Tahirdir Nef'i
Evet! İnsanlardan bir kısmı vardır ki, hevâ-i nefsini ve Allah'ın düşmanı İblisi sever. Buna rağmen cehâlet ve al- datma hükmüyle zannederler ki, Allah'ın muhibbidirler. İşte bu gibiler öyle bir kimsedir ki, onda bu saydığımız alâmet- ler yoktur. Ve münafıklıktan, riyakârlık ve gösterişten do- layı o alâmetlere bürünür. Halbuki gayesi dünyanın acelece verilen nasibidir. O kötü âlimler, kötü okuyucular gibi nef- sinden olduğunun hilâfını gösterir. İşte bunlar yeryüzünde Allah'ın buğzettiği kimselerin tå kendileridir.
Reklam
Derdim nice bir sinede pinhan ederim ben Bir ah ile bu alemi viran ederim ben
Dâvud aleyhisselâm: Onlar ne ile senin bu lûtfuna mazhar oldular? Cenâb-ı Hak: - Güzel zan, dünya ve dünya ehlinden kaçıp benimle baş- başa kalmak, bana münâcaat etmekle... Muhakkak bu bir mertebedir. Ona ancak dünya ve dünyâ ehlini terkeden va- rabilir. Dünya zikrinden hiçbir şeyle meşgul olmayan, kal- bini benim için boşaltan, beni bütün halkıma tercih eden bunu elde eder. İşte böyle bir durumda ona şefkat eder, nef- sini boşaltır, benimle onun arasındaki perdeyi kaldırı-rım. Öyle ki, kişi, gözüyle bir şeye baktığı gibi, bana bakar. Her saatta ona kerametimi gösteririm. Onu yüzümün nuruna yaklaştırırım. Hasta düşerse şefkatli annenin evlâdına bak- ması gibi ona bakarım
" Vitam quidem nan adeo ex­ petendam censemus, ut quaque moda trahenda sit. Qu­ isquis es talis, aeque mariere, etiam cum abscoenus vi­ xeris, aut nef andus. Quapropter hac primum quisque in remediis animi sui habeat: ex amnibus banis, quae ha­ mini tribuit natura, nullum melius esse tempestiva mor­ te: idque in ea optimum, quad illam sibi quisque praes­ tare paterit. "* Yine aynı yerde (kit. IJ, bl. 7; cilt I, s. l 25,) der ki: "Ne De um quidem posse omnia. Namque nec si­ bi patest martem cansciscere, si ve/it, quad hamini de- * ["Hayat her ne pahasına olursa olsun uzatılacak kadar arzu/anabilir bir şey değildir. Kim olursanız olun, eninde sonunda öleceksiniz, hatta hayatınız alçakça hareketler ve suçlarla dolu olsa bile. Müşkül vaziyetteki bir ruh için çarelerin en başta geleni tabiatın insana bah­ şettiği saadetler içerisinde ölüm fır satından daha büyüğünün olma­ dığı hissidir; ve onun en iyisi herkesin ondan kendi istediği şekilde yararlana bilmesidir.") 7
Sayfa 79
Allah'ın fiili olması hasebiyle âleme bakan bir kimse ve âlemin Allah fiili olduğunu bi- len bir kimse, Allah'ın fiilidir diye âlemi seven bir kimse, Allah' tan başkasına bakmış, Allah'tan başkasını tanımış ve Allah'tan başkasını, sevmiş olamaz. İşte böyle bir kimse Al- lah'tan başkasını görmeyen hakiki Muvahhid olur. Belki nef- sine, nefsi olmak hasebiyle değil, belki Allahın kulu olmak hasebiyle bakar
Reklam
Bir hafta sonra, Elsa, Atatürk'ün o sabah vefat ettiğini, haberi radyodan duyup, yukarı fırlayan Madamdan öğrendi. Birazdan apartmanda bir hareketlenme başladı. Kapılar açılıp kapanıyor, kimi­leri yukarı katlara, çıkıyor kimileri aşağıya iniyordu. Dinleri, milliyet­leri ne olursa olsun, herkes inanılmaz derecede üzgündü. Aralarında hıçkıran kadınlar, erkekler vardı. Hepsi Atalayların evinde toplanıp hep birlikte radyoyu dinlediler. Son nef esini sabah dokuzu beş geçe veren Atatürk'ün aziz naaşı geçici olarak Ankara'da Etnografya Müzesine gönderilecek, ebedi istirahatgahı hazır olana kadar orada istirahat buy u racaktı. İstanbullular, Ankara'ya gideceği tarihe kadar, Ata'larıyla Dolmabahçe Sarayı'nda vedalaşabileceklerdi.
1240 senelerinde ölen Jaques de Vitry, Paris şehrini tasvir ederken bir yerde şöyle yazar: Fahişeler sokaklardan geçen papazları kollarından çekerek ev­ lerine alırlardı. Ara sıra buna razı olmayan olursa arkasından nef­ retle pederast diye bağırırlardı. Çünkü bu illet o kadar yayılmıştı ki birtakım kibarlar bu adetleri olmadığını ispat için iki üç metres tutarlardı.
Uzun zaman Allah'ın marifetini düşünen ve kendisine Allah'ın mülk esrarından keşfolunan -velev ki az bir şey olsa bile- bir kimseye gelince... O kimse keşfin husulü anında kalbinde öyle bir ferah bulur ki, nerde ise onunla uçacaktır. Ferah ve sürûnun kuvvetinden ötürü sebat etmesinde nef sini hayran hayran seyre-der. Bu makam, ancak zevk ile id- råk edilen bir makamdır. Burada sözün faidesi pek azdır. O kadar ki, Allah marifetinin eşyanın en lezzetlisi olduğuna ve ondan daha üstün bir lezzet olmadığına dikkatini çeker
Nedir bunun NEDENİ?!.
~•~ Neden bugün bir İmam-ı Gazali, bir Muhyiddin-i Arabî çapında bir düşünür, bilgin ve dehadan Arap topraklarında eser yoktur? Neden Mevlânâ, bir Fuzûlî, bir Şeyh Gâlib, bir Nef'î, bir Bâkî çapında olmasa bile onun eteklerine ulaşmış bir şair, bir ruh eğiticisi türk ülkesinde boy göstermemektedir? Hafız'ın, Sâdînin, Attar'ın ülkesi İran'daki bu ölüm sessizliğinin sabebi nedir? Bir İmam-ı Rabbâni yetiştirmiş bir Hindistan, neden bugün en çorak bir ruh iklimi halindedir? Hatta son büyüklük hayalleri gibi görünüp çekilen İkbal'ler, Yahya Kemal'ler ayarında veya onlara yakın düşünür ve şairlerin nesli neden kesilmiştir? ~•~
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
İstanbul üzerine
ressamın renk renk yaptığı gizemli bir tablosun sen, İstanbul, manayı da, maddeyi de, nuru da, zulmeti de ara hep onda bul kara sevdalı aşık olur senin sen gibi güzellerini gören her kul. Cemal Süreya aşk, Orhan Veli avarelik şiirleri yazar sende İstanbul Yahya Kemal', Namık Kemal'i, Nabi ve Nef'iyi hep orada bul. Güzellerin elif endamında bir uzun servidir, ey güzel İstanbul. dostlarla in, boğaziçine bebekte bir bardak çayla mutluluğu bul. gözüm kapalı bir yari bir de seni hayal ediyorum ey istanbul çınaraltında dostlarımla edebiyat üzerine sohbet ediyoruz İstanbul. boğaziçinle o kadar değerlisin, pahanı ölçemez ne ne para ne de pul. bir yiğit senin uğruna bir çağ açıp bir bir çağ kapatıyor ey İstanbul . erişilmez bir yar gibisin, sana kavuşmayı hayal eder bu divane kul. KK
Şiir ve Milletin Karakteri...
Bir milletin ihtişamını, duyarlığını, öfkesini, mutluluğunu, inceliğini anlamak istiyorsanız şairlerine, özellikle şairlerine bakınız. Bizim şiirimizde de içliliğiyle Fuzûlî, ihtişam ve tantanasıyla Bâkî, şa'şaa, mübalağa ve öfkesiyle Nef'î, incelik ve sevecenliğiyle Nedim, bilgeliğiyle Nâbî, ruh musikisiyle Şeyh Galip, bizzat milletimizin mizaç ve karakteri, milletimizin ta kendisidir.
Sayfa 54
Ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş Vâr ise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş Gam çekme hakîkatde eğer ârif isen Farz eyle ki el'ân yine âlem yoğ imiş Ey gönül! Hele şu dünyada adam gibi bir adam yokmuş. Var ise de gönülden anlayan bir sırdaş bulunmuyormuş. Eğer bilge isen, şu dünya için asla gam çekme ve tut ki dünya diye bir şey de zaten yok imiş.
Hasan-1 Basrî buyurdular: "Rabbını tanı- yan bir kimse, onu sever. Dünyayı tanıyan ondan yüz çevirir. Nasıl düşünülür ki, insan, nefsini sevmiş olsun da nef- sinin varlığı kendisine bağlı bulunan Rabbini sevmemiş ol- sun?.. Mâlûmdur ki, güneşin hararetiyle mübtelâ olan bir kimse gölgeyi sevdiğinde, ister istemez gölgenin varlığını temin eden ağaçları sever. Varlık âleminde her ne ki varsa Allah'ın kudretine nisbet gölgenin ağaca nisbeti gibidir. Nû- run güneşe nisbeti gibidir. Zira hepsi onun kudretinin eser leri... Hepsinin varlığı onun varlığına tâbidir
benim ördüğüm saçı başkası çözdü dedim. alaca akşamda he­vesim vardı, yolumda bir kaya duruyor dedim. artık götür bu şakayık selini. bir kürt baladına kar yağıyor her gece: ev d a l, dedim: ev dal, daha inc i t kendini, daha incit dedim. yıldırım düşür her gecene. ki, kalbini bir gi i lle değişmeye alıştın sen de­ dim. bir yüzüm yaz, bir yüzüm ayaz, olmamıştı meyvem, ham kopardın dedim. sende dolaşan çöl beni de aldı içine, talibin unutma dedim. rüzgarın getirdiğini rüzgar götürüyor, on yıl önce tanrım iildi ir dedim. neden hala bir inip bir çıkıyor göğ­ süm, kaldıysa akıt zehrini dedim. biliyordun: düşecektim. bi­ liyordun: olmayacaktım. biliyordun: da neden vurdun nefesin nef e sime dedim. bağııla dedin. parmağını şeyh galip'in bir ga­zeline koyup bittü dedin.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.