Benim doğduğum kent olan Zürih'e samimi bir ilti fatta bulunmak isterseniz onun dünyanın en burjuva kentlerinden biri olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu pek de iltifat sayılmayabilir, on dokuzuncu yüzyılın baş larında ortaya çıkan romantik akımdan beri 'burjuva' sözcüğü birçok insan için kayda değer bir hakarettir. Gustave Flaubert 'Erdemli olmaya giden yolun ba şında burjuvalara duyulan nefret vardıı' der. On do kuzuncu yüzyıl ortasında yaşamış Fransız yazarın bu sözlerine şaşırmamak gerekir, burjuvalardan nef ret etmek tıpkı bir oyuncuyla beraber olmak ya da Doğu'ya seyahat etmek gibi yazarlık mesleğinin ge reklerinden biridir o dönemde. Batılıların hayal güç
lerine hala egemen olan Romantik dönemin değerler sistemine göre burjuva olmak, para, güvenlik, gele nek, temizlik, aile, sorumluluk, iffet ve (belki de) açık havada yürüyüş yapmak gibi konularda, başkaları nın çoktan değiştirdiği düşüncelere saplantılı bir bi çimde bağlı olmak anlamına gelir. Bu durumda da yaklaşık son iki yüzyıllık dönem boyunca Zürih, Batı'nın en modası geçmiş kenti olma sıfatını kimseye bırakmıyor.