Bu tutsak Yamyamlar bütün korkutmalar karşısında aman dilemek şöyle dursun, iki
üç aylık bekleme sırasında güler yüzle dolaşıyorlar; düşmanlarını, yapacaklarını bir an önce yapmaya kışkırtıyorlar;
meydan okuyor, küfür ediyorlar onlara, korkaklıklarından,
yitirdikleri savaşlardan söz ediyorlar. Bu yamyamlardan üçü, bizim düşkünlüklerimizi öğrenmenin rahatlık ve mutluluklarını ne ölçüde kaçıracağını, yenilik hevesiyle kendi güzelim göklerini bırakıp bizimkilerin
altına gelerek bizimle ilişki kurmanın başlarına neler getireceğini, bugün bir hayli ilerlemiş olduğunu sandığım yıkılışlarını bilmeyerek Fransa’nın Rouen şehrine gelmişlerdi; rahmetli kral Charles da oradaydı o zaman. Kral uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz, güzel bir şehir örneğimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok neyi beğendiklerini sordu. Uç şey söylediler;
üçüncüsünü ne yazık ki unutmuşum. En başta şaştıkları şey
sakallı, güçlü kuvvetli, silahlı bir sürü adamın çocuk yaşındaki bir krala bekçilik, uşaklık ettikleri, niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. İkincisi, kendi illerinde bir tek
bedenin eli kolu, parçaları birbirinin yarısı olarak anlatılan
insanlardan kimilerinin neden bolluk sürüp de birçoklarının dilenciler gibi kapılarda, açlık ve perişanlık içinde yaşadıkları olmuş. Nasıl oluyor da demişler,
bu yoksul yarımlar böylesi bir haksızlığa katlanıyor, öteki
yarımların boğazlarına sarılmıyor, evlerini ateşe vermiyorlar!
K İT A P I , B Ö L Ü M X X X I