Ben bu topraklarda tevâzudan ve efendilikten daha fazla nemalandırılan bir haslet görmedim; ne bilgi, ne dürüstlük, ne de zâhiriyi aşan ahlâk, hiçbirinin bir insanın etrafındaki herkesi iyi ve rahat hissettiren tevâzusu kadar hükmü yok...
Yine bu ikilinin aksinden daha fazla vasatı ve vasatçı yığınları tedirgin eden bir şey de yok... Çünkü insanın yaptıkları ve yapamadıkları kendine kalsın, kimse de dile getirmesin, efendiliğinden; ne o adamakıllı karşılığını alsın, ne de onun üzerinden bireyin, toplumun vasatlığı sorgulansın. Kimsenin rahatı bozulmasın, huzuru kaçmasın, sonra da ortalık tamamen vasata kalsın...
Her alanda iyi susturulduğu için bir de buyursun gelsin hemen ilk fırsatta o çok şikâyet edilem liyâkatsizlik ve nepotizm yerini alsın!
Sonra da "biz buraya nasıl geldik" sorusu...
İyi niyetli de olsa, ezber repliklerle neye çanak tutulduğunun farkında değil bazıları...
TEVÂZUNUN KENDİSİ MASUM OLSA BİLE TEVÂZU BEKLENTİSİ KESİNLİKLE MASUM DEĞİL!
İşyeri, aile ve akraba çevresinden daha doğal bir habitat da yok bu kitlesel hastalığı gözlemlemek için...
Dedikoduyu, yalanı, haksızlığı çok kolay görmezden gelip, geçiştirebilen riyâkâr ahlâkçı güruh; çabasız rahatlık düşkünleri, tevâzu göstermeyen ve genel kabul görmüşe nail olacak kadar başını eğmeyeni asla hoş görmeyecektir, söylediklerine muktedir olsa bile...
Halbuki göstereceği tevâzunun yeri ve zamanına karar vermek kişinin kendi içsel muvâzenesinin meselesidir, diğer bir kişiyi ise olsa olsa ancak söylenenlerin içerikte doğruluğu ilgilendirir...
Tabii doğru ve gerçek kimin ne kadar ilgisini çekiyorsa artık!