Bazı kitaplar vardır kendinizi kitabın sayfalarında kaybeder, gerçekleşen olayların içinde bulunur adeta onları yaşarsınız. Hatta kitabı o kadar çok beğenirsiniz ki bitmesini dahi istemezsiniz. Bu tarz kitaplar okuyucu için adeta bir armağandır. Bir de okuyucu için tam anlamıyla "eziyet" olan kitaplar vardır. Bir türlü bitmek bilmezler. Okuyucuya hiçbir şey katmazlar. Eğer inatçı bir okuyucuysanız olayların karışıklığına, anlatımın tekdüzeliğine rağmen kitabın son sayfasını görmek istersiniz. Vişnenin Cinsiyeti tam anlamıyla benim için ikinci kategorideki bir kitap niteliğindeydi. Gerek olayların birbirinden kopukluğu gerekse konunun oldukça erotizm barındırması nedeniyle bir an önce bitmesini dilediğim kitaplar listesine girdi.
-Denize düşmeden yılana sarılır mısın, hem de bir pitona ?
-Bağlanmak piskolojik bir sıkıntı mıdır?
-Şefkatten yoksunsan üstünde küçük bıyıklarını gezdirecek tatlı bir fare besler misin ?
Dissosiyatif kimlik bozukluğunun etkileri insana neler yaptırabilir?
Ve bizim sinemamızın en güzel repliklerinden biridir " Tuttum eli sıcacıktı"
“Sanat değeri olan bir yapıt pornografik değildir, bir; baştan erotik olsun diye yazılmış yapıtlar genellikle porno düzeyinde kalma durumundadır, iki. Kendini kapıp koyvermiş bir cinsellik erotizm değildir. Bir utanç cinselliğinin “iffet” olamayacağı gibi.”
Cemal Süreya, kendisi için yapılan "çapkın" nitelemesini kabul etmez: "Çapkın güzel bir söz değil bence. Kadının fahişesinin erkekteki karşılığı gibi" (Cemal Süreya, "Şiir Bir Karşı..." 211). Cemal Süreya, "Çapkınlığı tanımlar mısınız?" sorusunu ise şöyle yanıtlamaktadır: "Çok hanımla arkadaşlık eden, sık sık hanım arkadaş değiştiren, hoşuna giden bir hanım gördüğünde derhal ilgi gösteren demek bence. İşte bu kötü. Çapkın, hemen ilgisini belli edecek bir davranışta bulunur, bir söz söyler" (216).