Kâğıt toplarken, bunu bir iş gibi değil, bir ders gibi yapardım.
Okulda göremediğim ilgiyi, kendi kendime yaşatıyordum
sanınm. Bulduğum her şeyi okurdum. Lise öğrencisiydim.
Babamın nerede olduğunu bilmiyorduk, bir akşam valizini
alıp çekip gitmişti. Hâlâ da görmedim. Belki ölmüştür.
Ölmediyse de kendi bilir, biz onu öyle bildik. Annem günlerce
evden dışan çıkmadı. Kocası onu terk ettiği için kendinden
utanıyordu. Onu teselli edebilecek, akıl verecek kimsemiz
yoktu. Babamın gidişinden bir hafta sonra dolapta yiyecek
hiçbir şey kalmadı. Hiçbirimiz ne yapacağız diye düşünmedik.
Düşünmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorduk. Düşünmenin
ne olduğunu bilsek babam da düşünürdü, ben olmazsam
ne yapar arkamdakiler der, gitmezdi. Arkadakiler
bilmiyorlardı demek ki. Düşünmenin sadece kendine yanmak
olduğunu sanıyorlardı. Babam kendi hayatını kurtarmak
için basıp gitmişti, annem de evde kendine yanıyordu.
Çoluk çocuk hak getire. Abim benden iki yaş büyüktü. Lise
sondaydı. Bir gün okuldan dönerken, “Kâğıt toplayalım lan,
satarız, paramız olur” dedi. Bir arkadaşı yapıyormuş, ondan
öğrenirmişiz. Yapalım, dedim. Başka yapacak bir şeyimiz
kalmamıştı zaten. Okuldan çıkınca kâğıt toplamaya başladık.
Topladığımız atık kâğıtları satıyor, eve alışveriş yapabilecek
parayı kazanıyorduk.
Kapı
Geç benden, ben dururum,
ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.
Dediler ki, olgun bir meyve var
sabır perdesinin ardında,
"o ne yaparsa veya ben ne yaparsam aynı şekilde karşılık veriyoruz birbirimize... acıyan yerimizden acıtıyoruz... hiç bıkmadan... pes etmeden... neye mal olacağını hesaplamadan... ve çoğu zaman farkına varmadan...
sevip sevmediğimizi bile bilmiyoruz bence... birbirimize güvenmiyoruz... kendimizi bırakamıyoruz... sahip olduklarımızdan
"Kısmet mi? Doğrusu güzel özür! Öyleyse dünyanın suçunu işle, hırsızlık et, adam öldür, dolandır, sonra da 'Kader böyleymiş,talihim yaptırdı' diye özür dile. Oh! Nerede bu bolluk!"
Olmadığım onca yer. Napoli'de yokum, Tanca'da, Coimbra'da, Lizbon'da, New York'ta, Yambol'da ve İstanbul'da. Sadece yok değilim, acı verecek derecede yokum. Yağmurlu bir öğle sonrasında Londra'da yokum, Madrid'in akşam hengâmesinde yokum, sonbaharda Brooklyn'de yokum, Sofya ve Toronto'nun pazar günlerindeki ıssız sokaklarında yokum, 1978'de bir Bulgar kasabasının sessizliğinde...
O kadar çok yokum ki... Dünya yokluğumla dolup taşıyor. Ben nerede yoksam, hayat orada. Nerede olursam olayım...
Sadece coğrafi anlamda yok değilim, mevcut olmayışım mekâna özgü değil. Coğrafya ve mekânın asla sadece coğrafya ve mekân olmamasına rağmen.
1989'un sonbaharında yokum, 1968'in o çılgın mayısında, 1953'ün soğuk yazında. 1910'un aralığında yokum, on dokuzuncu yüzyılın sonunda da, şahsen nefret ettiğim diskolara takılıp kalmış 80'lerde de. İnsan aynı bedenin ve aynı zamanın hapishanesinde yaşamak için yaratılmamıştır.