Bitti yolculuğun işte son durakGetirdiler seni başlar üstünde Ne idin ne oldun kalk haline bak Bir kefenden başka ne var üstünde **** Ne vicdan tanıdın nede dinini Doyurmak istedin hep sen nefsini Kalk ta şöyle bir yokla kendi kendini Bir kefenden başka ne var üstünde **** Şöhretin şehvetin adı altında Vebalin servetle günah sırtında Hayvani
Bugün size doğunun Franz Kafka’sı olarak bilinen ama kimsenin tanımadığı Sadık Hidayet’ten bahsedeceğim. Bir üstadla kendimi asla aynı kefeye koymak saygısızlığı gibi algılanmasın lütfen ancak tanımaya başlarken Sadık Hidayet’i ve hikayesini, şimdiki beni gördüm her cümlesinde ve hikayesinin her bir yanında. Belki bende aynı sonu yaşayacağım
Reklam
8 Şubat Sabahı ‐ UTANMAK KİME DÜŞTÜ
Antakya Cumhuriyet Meydanı’nda yaşlı bir amca oturuyor. Yüzünde hiçbir ifade yok, bacaklar zayıf, kollar zayıf, beyaz sakallı bir amca. Alnı kanamış bant yapıştırılmış. Pantolonu kir toz çamur içinde. Uzaktan bir baktım şöyle, babam canlandı gözümde. Sanki babam çaresiz şekilde oturuyordu orada. Yanına gittim selam verdim. “Ne bu halin amca?” dedim. Enkazdan çıkartılmış ekmek bulmaya gelmiş. “Asker çıkardı beni buraya getirdiler Habib-i Neccar’dan şimdi gitti askerler, kimden isteyeceğim ekmek, utanırım delikanlı” dedi. ‘Ne istersin’ diye sordum bir yerlerden çorba, pilav, kuru fasulye bulup geldim. ‘Evin ne durumda?’ dedim. ‘Benim ev iyi, oğlanın evi yıkıldı’ dedi. ‘Onlar iyi mi?’ dedim, cevap tıpkı yukarıdaki gibi duygusuzca ve kabullenilmiş bir tonlamayla ‘yok oğlan öldü’ oldu. ‘Ee yengem nerde?’ dedim. ‘Hanım da rahmetli oldu’ dedi. ‘Yok mu kimsen şimdi?’ dedim. ‘Oğlanla gelin vefat, hanım da gitti, Allah’tan başka kimsem kalmadı’ dedi. Hiç gözü yaşarmadan dudağı dahi titremeden dümdüz söyledi. Gözlerinin elası bile babama benziyordu. ‘Ne istiyorsun?’ dedim, bir askerime bir koli kuru bakliyat ve erzak yaptırdım. Evi sağlammış evine dönecekmiş, bir araçla evine bıraktırdım. Ama o son dediklerinden sonra bir duvar köşesine çöküp başımı ellerimin arasına alıp yine hüngür hüngür ağladım. Babamı gördüm gözlerimle de onu böyle çaresiz kabullenemedim.
"Hiç olmazsa unutmamak isterdim. Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar... Yalnız bırakmayın beni hatıralar. Az yanımda kal çocukluğum, Temiz yürekli uysal çocukluğum... Ah, ümit dolu gençliğim, İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgilim... -Doğduğum ev. Rahatlıyacak içim duysam Bir tek kapının sesini. Arıyorum aklımda bir ninni bestesini... Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler. Güneş, getir bir bayram sabahını. Açılın açılın tekrar Çocuk dizlerimdeki yaralar, Hepiniz benimsiniz: Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar... Yalnız hatırlamak hatırlamak istiyorum Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün, Rengine doymadığım o sema, Ahengine kanmadığım ırmak. Bırakıp herşeyi nereye gidiyorum? Neler geçmişti aklımdan, Nedendi ağladığım, nedendi güldüğüm? Ah nasıldı yaşamak?" Geçen Zaman,
Ziya Osman Saba
Ziya Osman Saba
Deprem tehlikesi , milli güvenlik sorunudur “ Yıldız Teknik Üniversitesi Doğa Bilimleri Araştırma Merkezi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy Halimiz de tıpkı görselde gördüğünüz gibi kıpkırmızı fay hatları gibi… Sevgili okurlar, bildiğiniz üzere depreme karşı alınacak önlemler, siyaset üstü olması gereken, yani tamamen
Bir yere
Nerede benim evim Albayım Hangi yoldan gidiyordu. Bütün yollar birbirine karışmış durumda sanki düğümlendiler birer birer. Evimin yüzünü unutuyorum, bulanık bir görüntü var gözümün önünde Parça parça dağılıyor herbir yere o ev Parçaları toplamaya kalkışıyorum, içimden bir ses; gerek yok kendini yolların karmaşasına bırak diyor. Albayım söyler misiniz; bir evim var mıydı Bir yere ait miydim. Yoksa herzaman böyle arayışın içinde miydim.
Oğuz Atay
Oğuz Atay
Reklam
372 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.