Bir gün evinizde otururken, o günü dünden ayıran hiçbir şey yokken ve yarın da hayatınıza kaldığınız yerden devam edeceğinize eminken, eviniz, dünyanız, her şey başınızın üstüne çöküyordu. Dalgaları insanları yutan tsunamiler, hortumlar, seller, depremler, evrene hükmetmeye çalışan insanoğlunun her şeye yeter sandığı gücünün ne kadar cılız olduğunu göstermek, evrenin azameti karşısındaki insanın çaresizliğini hatırlatmak için, övünerek yaşadığımız yılların diyeti gibi can almaya geliyordu.
Yaralı sayısının 212 olduğu söyleniyordu, ama benim gördüğüm yaralılar bile fazlaydı. Belki devlet ölmek üzere olmayanı yaralıdan saymıyordu. Yıllar sonra 99'daki İstanbul depreminde devletin bu tür konularda sayı saymasını bilmediğini daha büyük bir netlikle görecekti herkes.