… ba'zı kimseler: "Efendim Islâm'da mâtem yokdur" derler. Hattâ bunlar daha da ileri giderek: Bir mü'min-i hakîkîyi; cânından fazla sevdiği Peygamberinin, o mü'minin nazarında her şeysi olan Sultânü'l-Enbiyâ'nın cüz'-i pâkinin cüz'ü olan zevât-ı âliyenin parçalandığı gün biraz mahzun görseler: "Efendi, sen firak-ı dâlleden misin? Neye neş'esiz duruyorsun? Islâmda mâtem yokdur" derler.
Anlamadık ya'ni? İslâmda mâtem yok ise, rikkat de mi yok? Hâşa bu din, kazık gibi bir din midir? Bil'akis Islâm, nezâket, nezâhet, sadâkat, merhamet, rahmet dînidir. Yanındaki komşusundan biri âhiret yolcusu olur da, o gün edeben, zevkının, keyfinin bir kısmını ta'til edersin.. Yâ İslâm'ın büyüklerine isâbet eden belâ'da, kazık gibi durmak şeâir-i dîniyyeden mi sayılır?
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.
Yâ Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bugün şehirciliğin katledildiği şehir İstanbul'dur. Bu öksüz beldenin şekilsiz, mânasız, neş'esiz yollarında dolaşan san'at iradesi varsa eminim ki şöyle hıçkırır:
Utandım ağlayarak, ağladım utanmıyarak!...