Michel Foucault - Delilik, Bütünsel Yapı
“Delilik şüphesiz aptallıktan iyidir.”
Kuşkusuz, insanların davranışında ve dilinde, toplumun belirli bir tavır takındığı bazı olgular karşısında hassasiyet göstermeyecek kültür yoktur. Bu insanlara ne tamamen hasta ne suçlu olarak ne tamamen büyücü ne de sıradan insanlar olarak davranılır.Bu insanlarda,
Kadınlar da, tıpkı erkekler gibi , diğer cinsiyeti baskı altına alma ya da aşağılama eğilimlerinin tam anlamıyla farkında olabilirler. Bir genç kız, bir erkeği parmağında oynatma amacıyla bir aşk ilişkisine başlayabilir. Ya da onlara kur yapıp, kendinden hoşlandıklarını hisseder etmez onları bir kenara itebilir.
Başarısızlığın kendisinden daha çok korkutuğu şey, herhangi bir şekilde rekabet ettiğini; aslında başarı istediğini ve bunu elde etmek için çaba harcadığını gösterdikten sonraki bir başarızlıktır. Salt bir başarısızlığın affedilebileceğini, hatta düşmanlıktansa sempati uyandırabileceğini ama bir kez başarıya bizzat ilgi gösterince, herhangi bir zayıflık ya da başarısızlık işaretinde onu ezmek için sırada bekleyen zalim düşman sürüsüyle çevrileceğini hisseder.
En Çok İzlenen 25 Türk Filmi
IMDB puanı en az olan film 1.sırada şaka gibi😀😀
Türk sinema seyircisi bazı filmlere rekorlar kırdırdı, bazı filmler ise tam bir hayalkırıklığı oldu. 1989'dan bu yana en çok hangi filmlerin seyirci topladığı hiç tahmin etmiş miydin?
Kaynak: boxofficeturkiye ve Beyazperde
25. New York'ta Beş Minare - 3 milyon 474
Nevrotik Kişilikler ile ilgili başucu kitabı. Kitapta nevrotik kişilik yapısına sahip aradığınız ne varsa bulabilirsiniz. Karen Horney muhteşem bir kronolojik sırayla önce nevrozların yapısını, oluşum şekillerini ve oluşmasında etkili olan faktörleri sırayla açıklarken. Daha sonra nevrotik kişiliğin oluşmasında temel olan kaygı kavramına değinip, kaygının ortaya çıkış biçimini, etkileyen çocukluk yaşantılarını örnekler ile açıklıyor. Nevrotik kişilik yapısına sahip kişilerin temel özellikeri olan duygusal yakınlık ihtiyacı ile ona eşlik eden rekabet, güç, cinsellik, suçluluk ve mülkiyet arayışını ele alıyor. Bu tip kişilerin duygusal yakınlık ihtiyacı için bu yapıları nasıl kullandığını ortaya koyuyor.
Tabi tüm bunları yaparken Freud' dan farklı olarak sadece biyolojik temelleri değil aynı zamanda kültürel faktörleri de ele alıyor. Bu tip kişiliklerde kültür etkisinin nasıl olduğunu ortaya koyuyor.
Kitabın dili oldukça sade bana kalırsa. Onun için herkesin okuyabileceği bir dile sahip. Zaten psikoloji alanı ile ilgisi olan ya da psikolojiye merakı olan herkesin mutlaka okuması gerekiyor.
Son bir not+uyarı: Kitabı okuduktan sonra kendinize ve etrafınıza tanı koymayın lütfen. :)
Kendini suçlayarak suçlanmaktan ve başkalarını suçlamaktan kaçınır, hasta ya da bilmez görünerek sistemlerden kaçınır, kendini küçümseyerek rekabet tehlikesinden kaçınır; fakat bu suretle kendisinde yol açtığı acı aynı zamanda bir savunmadır.
Rekabet yalnızca sermaye sahipleri arasındaki tekel elde etme savaşlarında yaşanmaz. Kapitalizmin ve sermayenin kurnazlığı, kendi bağlamındaki rekabet re?imini, üstelik de yaşama pozitif değer katan bir olgu gibi, işçiler-arası ilişkilere de dayatabilmiş olmasıdır.
Sağ ile sol, paylaşımdaki bir alan için rekabet eder ve her biri sorunlara farklı bükümler verse de, ikisi de aynı sorunlarla uğraşır. Bu toplumsal alanın üç cephesi, birey, tarih ve toplumdur. Sağ, politik programının merkezine, tecrit edilmiş bir birim olarak tasavvur ettiği bireyi yerleştirir. Bunun nasıl dallandığını Hollywood kahramanını incelerken görmüştük. Solun programı da bireyi hedef alır, ancak onu, piyasanın cangılında başkalarını alt eden hayatta kalmacı yalnız savaşçı olarak değil, ilişkisel bir kendilik ve kolektifin sorumlu bir parçası olarak algılar. Gelgelelim solun devletçi ve zoraki kolektivist önyargıları, solcu teorisyenleri (özellikle Althusser) bir politik kategori olarak bireyi (“özneyi”) mahkûm etmeye itmiştir. Bu duruş sinema eleştirisine, "imgesel” ego kimliğine ait “ideolojik” anlamı güçlendirmeye yönelik her türlü manevranın mahkûm edilmesi biçiminde yansımıştır. Biz bu görüşü paylaşmıyor ve genel anlamda solun öznelliği asli bir kaygı olarak bir kenara bırakmaması, buna karşılık bireyci ideolojiyi eleştirmesi gerekliğini savunuyoruz. Sinemada bu, bireysel izleme zevki veren, egoyu güçlendirici temsili sürekliliklere bağlı kalan ya da tekil kahramanlar kullanan her filmin mutlaka ideolojik olması gerekmediği anlamına gelir. Nitekim psikolojik araştırmalar, insanların korku, arzu ve hatta en nevrotik fantezilerinin bile ciddiye alınıp kabul gördüğü eşduyumsal bir atmosferde sağaltımcı değişim olasılığının bunların şiddetle reddedilmesine göre daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Aynı ilke hiç kuşkusuz sinema için de geçerlidir.