Hayatın bizi uzun yıllar için birleştirebilecegini, bu konuşmanın bir daha yinelenmeyeceğini anlıyordum -öyle olur; insanlar birlikte yaşamaya alıştıkça, kendilerinden söz etme ihtiyacını kaybederler giderek.
Maria Nikolayevna onu seviyordu... Bununla birlikte, arasıra bana öyle geliyordu ki, Maria Nikolayevna aşksız da mutlu olurdu - gerçekten hiç kimseye ihtiyacı yoktu. Ama seviyordu onu.
Bu bağımsızlık onu daha da güçlendirip gençleştiriyordu. Kendilerinden vazgeçen "toplum"a tam bir ilgisizlikle karşılık veren kadınlarda rastlanan bir çekicilik edindi.
Sonra devrim oldu. Devrimden önceki hayat, herkes için farklı bir anda son buldu. Biri için, Sivastopol'da bir gemiye bindiği anda. Bir başkası için, Buddeni'nin askerleri steplerin ortasındaki küçük bir kasabaya girdiğinde.
Sevinmek gerekiyordu, oysa neşe yoktu ortada. Ama saatler de neşesiz çalışır, yağmur neşesiz yağar, bununla birlikte o ne dengedir... Tanrı'nın evreni ne kadar güzeldir, o evrende her şey nasıl adilce düzenlenmiştir!
Beni seviyor muydu? Evet, seviyordu; ama bu sevgide sanki acıklı bir kırgınlık vardı, bana sarılıp öptüğünde hep sanki bu kırgınlığı silmeye çalışıyormuş izlenimini edinirdim.
Gerçekten de, ta doğmadan öncesinden beri yüzüne tükürüldüğü için insanın öz annesine kırılmasına değer mi? Böyle onuru kırılmış kişilerin gerçek insanlar, iyi ve mert insanlar doğurduğu olmuştur - hem de çok. Önemli olan doğum değil; başka bir şey. Ufacık bir sineğin evrensel yüceliğe göz dikmeye hakkı olmadığını ne kadar söylerlerse söylesinler, ben hep bekleyeceğim ve diyeceğim ki kendime: Ölemezsin, dinlenemezsin, dünya yüzünde gezinen bir insan hâlâ var. Bir gün belki ele geçirebileceğin bir alacağın var hâlâ... eğer Tanrı varsa.
Hayatın yanı başımda hareket ettiğini, insanları örttüğünü, ama zorla kendimi kabul ettirmek için ne yaparsam yapayım, beni içine almadığını görür gibi oluyordum.