Abdullah ibni Mes’ud (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Bana Kur’an oku” buyurdu. Ben:
-Ey Allah’ın Rasulü Kur’an sana indirilmişken ben mi sana Kur’an okuyacağım! dedim. O da: “Ben Kur’anı başkalarından dinlemeyi severim,” buyurması üzerine Nisa suresini okumaya başladım. “Öyleyse hesap günü her topluluk içinden şahitler getireceğimiz ve seni de onlara şahid tutacağımız zaman...” (4 Nisa 41) anlamındaki ayete geldiğimde, “Şimdilik bu kadar okuman yeter” buyurdu. Bir de baktım gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: 'İkisinde de insanlar için hem büyük bir günah hem de menfaatler vardır. Fakat günahları faydalarından daha büyüktür.' Ayrıca sana, neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: "İhtiyaçtan fazlasını." Allah sizin için ayetleri işte böyle iyice açıklar; umulur ki düşünürsünüz."
Miras bölünürken, erkek çocuklara kız çocukların iki katı verilmesi, bazı kimselerin yanlış düşünmesine sebep olmaktadır. İslâm hukukundan önceki hukuk sistemlerinde kadına miras hissesi verilmemiş, hatta kadına hukuki tasarruf ehliyeti bile tanınmamıştı. Sadece Yahudi hukukunda, ancak erkek kardeşi olmayan kızlar babaları vasıyet ederse miras
Güzel isimlerin manalarını ortadan kaldırmak isimler konusundaki en büyük inkârdır. Allah Teâlâ buyuruyor ki "Allah'ın isimleri hakkında sapanları (inkâra gidenleri) bırakmaz, yapmakta oldukları şeyin karşılığını göreceklerdir." (Arâf,180) Eğer bu isimler bir mana ve özellik taşımasalardı, bu isimlerin köklerinden bahsedilmez ve bunlarla vasıflanılmazdı. Fakat Allah kendisinden bu isimlerin asıllarıyla bahsetmekte, onları kendisine isnâd etmekte, Resâl de bunu ikrar etmektedir. Allah Teâlâ, "Doğrusu Allah, Rezzâk, sağlam ve kuvvet sahibidir." (Zâriyât, 58) buyurur. Bundan anlaşılır ki "el-Kavi", O'nun isimlerindendir. Manası "kuvvetle nitelenmiş" demektir. " Bütünüyle izzet Allah'indir." (Fâtır,10) ayeti de böyledir. Aziz, izzeti olandır. Eger Allah kuvvet ve izzet sahibi olmasaydı, ne Kavi ve ne de Aziz ismiyle anılırdı." Allah onu ilmiyle indirdi." (Nisâ,166), "Biliniz ki o, ancak Allah'ın ilmiyle indirildi." (Hûd, 14), "Onun ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler." (Bakara, 255) ayetlerindeki durum da aynıdır.
Şunu iyi bilmelidir ki, Sırât-ı Mustakime talip olan kişi, gerçekten çoğu kimsenin yüz çevirdiği bir işe talip olmuş, refiki çok az fakat son derece izzetli olan ve nefsin yalnız kalma endişesine kapıldığı, ünsiyet edecek bir yol arkadaşına ihtiyaç duyduğu bir yola girmeye teşebbüs etmiş kimsedir. Hal böyle olunca, Allah Tealâ Sırât-ı Mustakim talebine bu yolda kendisine arkadaşlik edecek olanları göstermiş ve onları şöyle bildirmiştir: "Onlar; Allah'ı kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlihlerdir. Onlar ne güizel arkadaştırlar." (Nisâ, 69) Allah Teâlâ sırâtı kendi yoluna sülâk eden dostlara izâfe etmiştir. Bunlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği kimselerdir. Allah Teâlâ bunu, hidâyete ve yoluna girmeğe talip olan kişiden, hemcinsleri ve zamanının insanları arasında yalnız kalma endişesini gidermek, bu yoldaki dostlarının Allah'ın kendilerine nimet verdiği kimseler olduğunu ve yoldan çıkanların muhâlefetine aldırmaması gerektiğini bildirmek üzere beyan etmiştir.
"Rabbim, beni nimet cennetinin vârislerinden kıl!"
Hz. İbrahim (a.s.) (Şuara, 26/85)
"...bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fânî makâmatımı, belki -Lüzum olsa ahiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâkî mertebelerini fedâ etmeği; hatta cehennemden bazı biçâre