Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Primo Türk Çocuğu
Bütün hayatında ne kadar yanlış ve çürük fikirlere aldandığını; ırkını tanımamanın, milliyetsizliğin, "Beynelmilelcilik ve Masonluk" hülyasının biraz düşünebilen bir adamı hüngür hüngür ağlayacak derecede gülünç bir budalalık olduğunu anlıyor, istemeyerek içinden: "Ben neyim?.." diye kendi kendine soruyor, fakat; "Türk'üm!.." demeye cesaret edemiyor, şimdiye kadar ruhu zaptolunmuş kıymetsiz bir cesetten başka bir şey olmadığını idrak ile sinirinden ve utancından ağlamak istiyordu. O da Türkleri dünya yüzünden kaldırmak için birbiriyle tamamıyla ittifak etmiş olan Avrupalıların aciz bir kulu, itaatkâr bir hizmetçisi, satın alınmış bir kölesi değil miydi? Avrupalılara, Avrupalıların âdetlerine, geleneklerine, terbiyelerine, sosyal ilişkilerine, toplumlarına tapmıyor muydu? Yabancılardan aldığı önemsiz bir nişan, bir madalya onu nasıl deli gibi sevincinden çıldırtır ve övündürürdü?..
Reklam
Dilimiz
. Bakalım dilimizde neler görünür: Okuyup, anlamak yazmaktan güctür. Yazan düşünmeden yazsa da bile Okucu beş on gün gerek düşüne Ki anlasın bu söz Arap mı, Fars mı? O, ki kaldı manâ... Anlayan hanı
1902'de dünya elmas üretiminin yüzde doksanını elinde tutan DeBeers şirketi, taşların değerini düşürmeden iyice büyüyen bu pazarda nasış satış yapacağını düşünüyordu. Bu işi kurnaz bir pazarlama kampanyasıyla başardılar. "Elmaslar ölümsüzdür" sloganı uydurarak, tektaş nişan yüzüklerinin ebedi aşkın yegâne gerçek ifadesi olduğu fikrini icat ettiler.
Sayfa 192
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu olsun!
Atatürk, 12 Nisan 1934 akşamı İzmir'de İzmir Palas salonlarında Hakimiyeti Milliye Okulu fakir çocukları menfaatine verilen baloyu şereflendirir. Öğrencilerden Ali isminde bir çocuk ortaya gelir; fakat heyecandan bocalar, konuşamaz; derken küçük Ali coşar kendinden geçer, kollarını Ona doğru uzatarak içten gelen bir sesle: "Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah seni doya doya öpmek istiyorum" diye haykırır. O zaman o da kollarını açar "Öyleyse gel" der. Ali koşar boynuna atılır. Diğer çocuklar dururlar mı? "Bizde, bizde..." diye bağrışarak koşarlar. Öperler, öperler. Paşalar, Yaverler, herkes heyecandan ve sevinçten ağlamaktadırlar. Bir avuç Türk yavrusunun içten gelen coşkunluğu, onu sarsmış, heyecanlandırmıştır. Gözlerine dolan yaşları zapt etmek için dudaklarını ısırır, sonra heyecandan titreyen sesle yanındakilere dönerek: "İşte benim neslim bunlar! Bunlarla biz akranız" der.
Sayfa 56 - Güven Kitabevi
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.