Acılarıyla doldum taştım insanların. Dokunamadım bir kez olsun yalnızlığıma, yalnızlıklarına hiç kimsenin. Baktım ve gördüm etrafımda neleri eksik insanların. Küçük bir kızın annesi, yaşlı bir adamın evi, güzel bir kadının saçları yok. Mesela bir ayağa kalksa yerden, yataktan döşekten, taklalar atacak birinin ayakları yok. Daha dün arka sokakta
Golyadkin’in nerede yaşadığını öğreneceksin.”
“Emredersiniz.”
“Adresi soracaksın ve o adrese bu mektubu götüreceksin, anladın mı?”
“Anladım.”
“Eğer orada… yani mektubu götürdüğün yerde, o beyi görürsen, Golyadkin’i işte, mektubu ona vereceksin… Niye gülüyorsun, aptal?”
“Niye güleyim ki? Bana ne! Ben öylesine, efendim. Bizim gibilerin gülmesi için bir neden yok…”
“Evet, neyse… eğer o bay, ‘beyin nasıl’ filan diye soracak olursa… işte, bir şeyler öğrenmeye çalışırsa senden, sen sus, ‘beyefendi iyiler’ filan de, ‘sizden bizzat yanıt bekliyorlar’ de. Anlıyor musun?”
“Anlıyorum, efendim.”
“İyi, şimdi git.”
“Bir de bu aptalla uğraşıyorum! Gülüyor bıyık altından. Neye gülüyor acaba? Şu başıma gelen işlere bak, başıma açılan işlere! Neyse, belki de her şey tersine dönüverir… bu üçkâğıtçı, iki saat orada burada oyalanır şimdi kesin, ortadan kaybolur. Bir yere göndermeye korkuyor insan. Başımdaki belalara bak!..”