Bir akşamüstü, evin damında oturuyordum. Erguvani denilecek kadar kızıl bir aydınlık içinde, birtakım delice hûlyalara dalmışım. Gelip yanıma çöktü:
– Bir cigara verir misin?
Başımı çevirmeden paketi uzattım.
Bu, köyde, bütün hayvanların, davarların dönme saatidir. Arka tepelerden inen mandaların ayak sesleri, katı bir satıh üzerine bir yaz yağmurunun düşüşünü andırıyor. Kuzular meliyor, anaları, onlara cevap veriyor. Derken bir eşek anırmağa başlıyor. Yakındaki bir kümesten, bir tüneme hazırlığının bütün küçük gıtgıdakları geliyor ve uzaktan uzağa köpekler havlıyor.
Nuh'un gemisi dolmakta... Bu, dünyanın sonu mu? Her akşam, her akşam, dünyanın sonu geldi sanıyorum, sevini yorum. Fakat...
– Sen, benim için anama ne demişsin?
Yanımda bir ses. İsmail'in sesi. Hay, bu Tevrati akşam şerefine, seni adaşın İsmail gibi bir taş üstüne yatırıp boğazlamak kabil olsaydı.