Bir İnsanı Unutmak Zorunda Kaldın mı Hiç?
Hiç bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatindan sonsuza kadar çikartmak zorunda kaldin mi hiç?
“Annelerin annesi...”
Minik ellerini öpüp kokladı okulun kapısında, telaşlı çocukların sırt çantalarından sırtına yediği darbeyi hissetmedi bile. “Allah zihin açıklığı versin,” dedi gülerek. Sel gibi akan çocuk kalabalığına karışmadan evladı. Şimdi avucunun içindeki minik eli biraz daha sıktı. “Hadi koştur Erhan'ım koştur, geç kaldık...” Beş yaşındaki Erhan'la
Reklam
Balayı adetinin kökeni nedir? Balayı denilince evliliğin bal gibi tatlı geçen ilk ayı veya evlenir evlenmez çıkılan seyahat anlaşılır. Aslında İngilizce’deki ’honeymoon’ kelimesinin ‘balayı’ olarak tercümesi doğrudur ama buradaki ‘ınoon' süre olarak ‘bir ay’ değil gökyüziindeki 'Ay’ anlamındadır. Balayııîın geçmişi ile ilgili
Sayfa 31 - AykırıKitabı okudu
olmazlara meyillidir çoğu insan. çoğu insan dediğime bakma, hepsi aynıdır da bazıları bu yönlerini digerlerine nazaran daha iyi bastırır. merak ediyorsun değil mi seni neden terk ettiklerini? neden artık sevmediklerini? neden başkasını tercih ettiklerini? neden sana seviyormuş gibi yaptıklarını ? biliyorum, ben de çokça düşündüm bu sorduklarını. buldum sorularımın cevaplarını . dikkatli bak insanlara. dikkatli bakarsan, hiç kimse ilk başlarda kazanmak için uğramadığı insanın değerini bilmiyor. insan öyle yaratılmış sanırım , inan bunu bilmiyorum. ama eminim, hepsi ilk başta emek vermek istiyor, ugraşmak istiyor, koşmak istiyor, koşarken yorulmak istiyor, düşmek istiyor... yara almak isteyenler bile var. hepsi bunlardan sonra ulaşmak istiyor, yanında olmasını istediğine... ve sen de; o koşmasın , o uğraşmasın, O yorulmasın diye düşünürken, fark etmeden aslında elinin tersiyle başka yöne koşmasına izin veriyorsun... "imkansz ol." diyemem sana. ama sana koşa koşa gelen birine hemen açma kollarını. biraz "zor" ol ki değerin bilinsin...
Narsistik Çift : Tolstoy ve Sonya [okumak isterseniz diye bırakıyorum]
1862 yılında otuz iki yaşındaki Lev Tols­toy, henüz on sekizindeki Sonya Behrs ile evlenmeden birkaç gün önce aralarında hiçbir sır olmaması gerektiğine karar verdi. Bu kararın bir parçası olarak günlüklerini ona okuttu ve genç kızın hem ağlaması hem de oldukça kızması onu çok şaşırttı. Günlük­lerine eski aşk ilişkilerini yazarken yakında yaşayan
Sayfa 85 - Altın Kitaplar Yayınevi 1. BasımKitabı okudu
Biraz uzun ama şu harika metni okuyunuz lütfen..
-Gusev sanki kendi içinde derin düşüncelere dalmış gibi, dalgın dalgın konuşuyordu. - Bu konuda epey düşünmüşlüğüm vardır, Mstislav Sergeyeviç. Savaş meydanında tüfeğinle yere yapışmış yatıyorsundur, hava tıpkı şu anda olduğu gibi zifiri karanlık... ve üzerine şakır şakır yağmur yağıyor... O anda ne düşünmeye çalışırsan çalış, dönüp dolaşıp ölüme
Sayfa 201Kitabı okudu
Reklam
"...her geçen gün biraz daha eksiliyorum kendimden, sadece onu biliyorum. Eksilen her parçamın yerine başka parçalar ikame ediyorum, etmeye çalışıyorum ancak olmuyor, neydi o mitolojik geminin adı, onun gibi hissediyorum kendimi, kötü bir suret, kuru bir kabuk gibi... Her gece yatarken, yarın diyorum yarın daha da kötü olacak, öyle zor ki yarını umutsuzluğa teslim etmek...Düşündükçe ruhum zedeleniyor, içim sıkılıyor. Olur da ölmeden, yeterli sayıda yarını görebilirsem eğer, muhtemelen benden geriye muhallebi kıvamına gelmiş bir kâse beyinden başka hiçbir şey kalmayacak."
Mesela her sabah, kahvaltıda, çaydanlıktaki yansımamı izliyorum. Suretimin kafası gövdesine göre üç kat daha büyük; sürekli sağa sola dalgalanıp duruyor. Sevimsiz bir tip. Günaydın bile demiyor ama çaya kaç şeker attığımı biliyor. O benden sıkılıyor, ben ondan. Ne diyebilirim ki; ben ile kendim arasında derin bir sessizlik var. Birlikte bir çeşit ağırlaştırılmış yalnızlık yaşıyoruz. Aramızdaki gerilim, sadece kötü havalarda ve geç saatlerde biraz hafifleyip çekilir hale geliyor. Sırf bu nedenle mümkün olduğunca uyumuyorum. Yani yalnızlık denen nane, öyle şarkılarda anlatıldığı gibi insanın üstüne gece vakti çökmüyor. Tam tersine gece vakti seyreliyor yalnızlık, hazmı kolaylaşıyor. Zor olan güneşin parladığı öğle vakitleri, öğleden sonraları, pazar sabahları, cıvıl cıvıl piknik yapılan ikindiler... Geceler güzel. Bu arada hava da iyice karardı. Oh be!
Okul bahçesi
Yağmurlu bir Kasım günü, Cebimde ıslanmış bir mektup, Zar zor toparlamışım kendimi, Sol yanım alev alev, Seni bekliyorum okul bahçesinde, İçimde deli bir cesaretle, Hayatım boyunca unutamayacağım  O ses yankılanıyor uzaklardan ve gittikçe yaklaşıyor, Merdivenlerde bir koşuşturmaca, Acı siren sesleriyle bir ambulans geliyor okulun
Daha iyi bir ceza verilemezdi..
Faşizme gönül veren entelektüelleri anlamak gerçekten çok zor. Mesela Knut Hamsun gibi büyük bir romancı, nasıl oldu da ülkesi Norveç'i işgal eden Nazilere sempati besleyebildi? Norveç kurtulunca, halk kendilerine ihanet eden bu yazara hiçbir şey söylemedi. Ne bir protesto, ne bir yazı, ne saldırı... Ama bir gün evinin önüne bir genç kız gelip Hamsun'un kitaplarını bıraktı, biraz sonra yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı. Derken insanlar ellerindeki Knut Hamsun kitaplarıyla akın akın gelmeye başladılar. Hamsun bütün bunları penceresinden izliyordu. Halk çıt çıkarmadan, en ufak bir tepki göstermeden sakince kitapları bırakıyordu. Birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık. Ertesi gün aynı durum devam etti. Kitap yığını büyüdükçe, halkına ihanet etmiş olan yazar küçüldü ve ölümü böyle oldu.
Sayfa 136Kitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.