Hakkında bildiği en çarpıcı özelliği, hayatının son yıllarında girdiği bütün tuvaletlerin fotoğrafını çekmesi olan hiç tanımadığı babasının ölümünden sonra, ormanda bisiklet sürerken düşüp kafasını çarpan, sonra uzandığı çalılıklar ve yaprak hışırtıları arasında daha önce hiç hissetmediği bir huzur hissedip ailesini, düzenini, konforunu bir kenara bırakıp ormanda yaşamaya başlayan bir adamı konu ediniyor kitap. Olaylar nereden bakarsan ilginç ve saçma sapan ama buna rağmen sanki Doppler hep yapmak istediğimiz bir şeyleri yapıyor gibi geliyor.
Başarılı, akıllı olmaya, sürekli en tepeye her şeyin en iyisine ulaşma anlayışına ve bu anlayışa sahip olan tüm insanlara, özellikle sağcılara tahammül edemiyor artık, ta ki hiç tanımadığı bir adamın evinden çikolata çalmaya çalışırken, hiç tanımadığı adamın, hiç tanımadığı babası için uğraş verdiği o 'anıt'ı ve hikayesini dinleyene kadar. Dünyada hiçbir iş yapmayan bir insan olmayı hedeflemişken birdenbire hiç tanımadığı babası anısına bir şey yapması gerektiği fikri uyanıyor kafasında ve eşi, çocukları, onlara göstermesi gereken tüm ilgi, açlığını gidermek için öldürdüğü geyiğin yavrusu Bongo'ya ve hiç tanımadığı ve artık yaşamıyor olan babasına kayıyor. Tüm bu aykırı tavrına rağmen karısı bu eşten yeni bir çocuk dünyaya getirebiliyor, tüm bu süreçte hiç yanında olmamasına rağmen, hikayenin sonunda kocasının bu yaşayış tarzına tamamen olgunlukla yaklaşabiliyor. Şaka gibi.
Sistem eleştirisi vesaire bir kenara, adamın ruh halini anlamaya çalışarak tamamladım okumayı. Ne derece doğru olur bilmem, ama sanki hiç tanımadığı babasını kaybettiği için babasına duyduğu gizli öfkeyi yatıştırmak ve onu affetmek adına, babası kadar saçma ve gereksiz, bomboş bir hayat yaşamaya ant içmiş ve böylece onu artık anlayışla karşılayabilmiş, bu yeni hayatında eşi ve çocuklarına bir hiç gibi muamele etmek de bu anlayışa dahil gibi geldi. İnceleme yazarken sanki kitaptan çok nefret etmiş gibi göründüm, haberim yoktu :D epey beğendim aslında kitabı.
Her şeye rağmen, girişinden de belli olduğu üzere: "Babam öldü. Dün bir geyik avladım. Ne diyebilirim? Ya o ya ben, birimiz canından olacaktı." epey Camus'nun Yabancı eserini çağrıştırıyor fikriyatı. İnsanın varoluşunda bir anlam ararken sonuçta bunun tamamiyle bir anlamsızlıktan başka bir şey olmadığı fikri. Varoluşçuluk okumayı sevenler bu kitaptan çok zevk alacaktır diye düşünüyorum. Biraz daha öznele gelecek olursak: Annem bu tarz şeyleri kafaya taktığım zaman rahat batıyor der. Her şeyi iyi koşullarda giderken hayatın anlamı üzerine düşünmeye vakit bulabiliyor insan çünkü, haklı bir noktada, rahat batıyor. Çünkü o zaman fark ediyoruz ancak ruhumuzun beslenmesi, gelişmesi gereken esas şey olduğunu. Doppler de aşağı yukarı böyle bir arayış içinde. Gidiş yolu benim bakış açıma taban tabana zıt olsa da amaç noktasında birleşiyoruz. Bu hayatın dışında başka hayatlar da var. Geçmişin izlerinde veya gelecekte veya tesadüfen düşüp başınızı çarptığınız bir ormanda arıyorsunuz o başka hayatı. Size gerçekten huzuru getirecek olanı. Umarım bulabilenlerden oluruz. Keyifli okumalar.