Selçuklu Sultanı ile Vezirinin atışması
Sultan, yaşlı vezirinden duyduğu rahatsızlığı ona gönderdiği son derece ağır bir mektupla dile getirdi: “Sen benim devletimi ve memleketimi istila eyledin, evlatlarına ve damatlarına verdin. Bunlar benim adamlarıma saygı göstermiyor, halka zulmediyor, sen de bunlara müsaade ediyorsun. İster misin ki vezirlik divitini elinden, sarığını başından alayım ve halkı tahakkümünüzden kurtarayım?” Ancak, Nizâmülmülk’ün cevabı da en az Melikşah’ın mektubu kadar ağırdı: “Devlete benim de ortak olduğumu bilmiyor musun? Vezirlik diviti ve sarık senin tacın ile o derece alakalıdır ki, diviti aldıktan sonra taç da kalmaz, gider!” Bu ağır cevaba Sultan karşılık verememişti.
Sayfa 188Kitabı okudu
Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Sarı-Özek’i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek
Sayfa 142 - Ötüken
Reklam
Nasıl başladı, ne vakit başladı, bilemiyorum. Ama ilk belirtiler, dokuz yaşımda iken patlak verdi. Misafirlerle bahçede oturuyorduk. Yaşlı bir zat saati sordu. Aksi gibi, kimsede saat yoktu. Eniştem içeri, saate bakmaya koştu. Ben o aralık: “Üçü yirmi geçiyor” diyivermişim. Bu tutturuşa, önce kimse şaşmadı. Boğazda, geçen vapurlara bakıp zamanı
Aşırı fedakârlık
Çok eskiden okuduğum Cengiz Aytmatov'un bir kitabında geçen bir durum çok dikkatimi çekmişti. Bir sahil kasabasından ve bu kasabada yaşayan yaşlıca bir adamdan söz ediyordu hikâye. Bu yaşlı adam, çok yardımsever, herkesin işine koşan birisiydi. Ama bu kasabada kimse bu adama ve yaptıklarına değer vermiyor, kendisine saygı göstermiyordu.. Bu kadar iyi bir insanı neden kimse önemsemiyordu, ona saygı göstermiyordu? Sonra bir ayrıntı fark ettim, bu yaşlı adam kimse kendisinde yardım istemeden onlara yardım ediyordu. Belki de onun çabalarını değersiz kalan şey, istenmeden verişleriydi. Aşırı fedakâr bir kişide de, durum bu hikâyeye benziyor. Bazen o kadar çaba ve emek ya karşılığını hiç almıyor ya da çok azıyla mükafatlandırılıyor. Bir süre sonra, kişi mutsuzluğun farkına varıyor. Farkındalık arttıkça mutsuzluk da artıyor. Eğer böyle bir çıkmazın içindeysen ve bunu fark ediyorsan aslında çözüm için gerekli ilk şartı sağlamış oluyorsun. En önemli şart bu durumun farkında olabilmek. Bakış açımızı birden değiştirmek tabii ki mümkün değil ama adım adım, aşırıya kaçan davranışları, gereksiz fedakârlıkları azaltmamız kiyor. Yazının başında da bahsettiğim gibi fedakarlık çok önemli. Olmaması büyük bir sıkıntı iken çok fazla olması da kişisel olarak sıkıntılara sebep oluyor.
Bütün Alıntılar
yazmak, bir anlamda buluşmakmış. Aynı sıkıntıları, aynı endişeleri, aynı umutları paylaşanların buluşması, zaman- ları farklı olsa dahi... 7 Fakat guguklu saat misali, sunulan her fırsatta konuşmaya kalk- mak, bu devrin müzmin hastalıklarından biridir. 15 "Dilinizin sınırları, dünyanızın sınırlarıdır ... " Ludwig
_İnsanlar sizi, sadece aynı yerden canları yandıklarında anlarlar. _Dalgaların art arda gelip çarptıkları kaya gibi ol. Sağlam, kıpırtısız ve çevresinde kaynayan suların dinginleşmesini seyreden. _Sanki ölmüşsün ve bir süre daha fazladan zaman bağışlanmış gibi doğaya uygun yaşa. _En büyük erdem tarafsızlıktır. Duygular ise, yanlış fikirlerden
Reklam
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.