Zamandan kopup gitmişti. Belli alışkanlığı ile olayları da, insanları da kendileriyle sınırlamaya yanaşmıyor; akşam dinleyip gördüklerini üç boyuttan, tarih açısından, psikolojik açıdan ve nihayet toplum bakımından yargılamaya çalışıyordu. Gerçeğin, hakkın ve hakikatin ancak böyle bulunabileceğine her zaman ve her önemli durumda inanmıştı. Sonra bir de "karşı taraf" denilen şey vardı ve hiçbir durum, hiçbir olay onsuz beliremiyor "kendi gerçeği"ni bulamıyordu. Kimdi veya kimlerdi... Ve ne idi burada o; yani karşı taraf? Mustafa Kemal Paşa'yı, Rauf Bey'i, Yunus Nadi'yi düşündü ve ötekileri düşünmeye çalıştı; çünkü ötekiler Küçük Ağa için birer isim idi. Ali'ler denmişti, Salih denmişti, Topal Osman, Ekrem, Ahmed, Nazif, falan filan denmişti. Bunların kimi Meclis içinde, kimi asker, kimi yazardı. Ve Küçük Ağa öğrenmişti ki, Erzurum Kongresi'ni hazırlayanlar, yani ilk kıvılcımı çakanlar Kazım Karabekir Paşa ile anlaşan Hüseyin Avni Bey ile Raif Hoca idi. Onlar çağırmışlardı Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey'i. Hatta bunlar kongreye katılabilsinler diye kendileri üyelikten çekilmiş, yerlerini onlara bırakmışlardı. Şimdi ise, Rauf Bey için "elastiki" deyimi kullanılıyor, Paşa göğüs geçirmeden anılmıyordu.
Sayfa 467Kitabı okudu
Yık asker, kalbinin duvarlarını Asıl o cephedir seni öldüren Yık ki kapı açılsın aydınlığa yeniden Ve yeniden hesabı görülsün karanlığın Umut kuş tüyüdür şimdi Uçuşuyor aykırı bacalarda.
Reklam
Osmanlı'nın yönetim şekli
Gülhane Hatt-ı Hümayunundan [1839] önce Osmanlı Devleti, Osman ve Orhan Gazi zamanından beri beyliklerden farklı bir yönetimle idare ediliyordu. Bu idare gayet sağlam ve usta bir idareydi. Allah Teala bu yönetim sayesinde Osmanlı Devletine Ortadoğu ve İslâm dünyasını yönetme imkânı vermişti. Ayrıca Osmanlılar hilafeti de bünyelerine almışlardı.
Şimdi Ali Emmi'ye veya ötekilerden birine sorsa, "Asker kaçağı ne demektir?" diye. Onu da bilmeyecek, bilmeyeceklerdi. Korku, ihanet, alçaklık ve benzerleri!.. Değildi halbuki. Hiç değilse yarıdan çoğunun sebebi bunlar değildi. Günler geçer, haftalar, aylar ve yıllar geçer, sonunda da saniyeler geçmez olur da, kafa bir takıldı mı sılaya! Sıcak terletir, soğuk üşütür, humma sayıklatır, sıla büyücü gibi çeker. İş yakalanmamakta. Yakalandın mı bu özleyişe bitmiştir artık. Kaçarken görülürsen vuracaklarmış.. kervan yutan çöle bir düştün mü cehennem avuntusu bile kalmayacak, o kilometreleri, kilometreleri, dağlardan, yarlardan, azgın nehirlerden geçen kilometreleri aşmak bir mucize istermiş.. eninde sonunda yakalanıp bir köpek gibi, köpekliği hak ederek gebertilmek varmış.. düşünemezsin ki bunları. Büyülenmişsin bir kere. Hem de ne ile? Kâh bir çift kara göz veya hasta bir ana hayâliyle, fakat bazen de bir dere boyu, bir çınar altı, bir.. bir.. işte böyle bir sefil kahve hayaliyle.
'Ben aslen Havsalı'yım' demişti yedeksubay. Cipin içinde, elleri kelepçeli ve üsteğmenle iki erin gözetiminde. Diyarbakır cezaevine götürülüyordu. Şimdi arkada iki erin arasında oturuyor. Artık onu göremiyor Bayram. Ama o tek, 'Ben Havsalı'yım'...' sözünün, içindeki yaban bir tedirginliği ele verdiğini seziyor. Uzaklarda olmanın tedirginliğini. Köy köy, kasaba kasaba dolaşıyorlar. Toplayıp toplayıp getiriyorlar. Ama bir yedek subayı ilk getirişi bu. Hep sivildi şimdiye dek taşıdıklarının: Bu da, askerliğinden önce mi işler karıştırmış, yoksa askerliği sırasında mı? Demek, askersin ne diye düşünmüyorlar. Asker de olsan siyasi olabiliyorsun. Aman Bayram, gözünü aç.
"Kadınlar o korumanın kaldırılmasıyla birlikte erkeklerle aynı uğraş ve faaliyetlere maruz bırakılıp asker, denizci, motorlu taşıt sürücüsü ve liman işçisi yapılınca erkeklerden çok daha genç yaşta, çok daha çabuk ölmeyecekler mi ve böylece, nasıl şimdi "Uçak gördüm," deniyorsa, ileride de "Bugün bir kadın gördüm," denilmeyecek mi? Kadınlık korunan bir zanaat olmaktan çıkınca her şey olabilir."
Reklam
- İlk askerliğim yedi yıl sürdü oğul. Topçudaydım. Dönünce teyzenle başgöz olduk. Ama sonra gene çağırdılar. Bu sefer beş yil dolaştık. Bıraktıkları zaman baktım ki benden hayır yok. Tezkereyi terk edince başçavuşlukla gittik Yemen'e. Hepsini toplasan belki yirmi yıl eder asker ocağında... Şimdi de buralarda sürtelerim iște... Ama hani bugün de “haydi gel!” deseler, gidesim gelir içimden oğul, gidesim gelir gene... Kayseri Kalesi topçusuna gel deseler giderdi. Gönderdiklerin dahageri gelmedi demezdi. Bize galiba bunun için “ordu millet” diyorlardı.Evet, biz bir ordu millettik. İşte bu Kayseri topçusu, onun dönmeyen çocukları, benim dönmeyen ağabeylerim ve o yaşta ben..
Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada, milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi. Burada, ben, vatan delisi millet divanesi; burada, ben harp malulü Ahmet Celal yapayalnızım. Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi biti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin?
İletişim YayınlarıKitabı okudu
Akdeniz ile uçsuz bucaksız, geçit vermez Kattara Çöküntüsü arasında sıkışan taraflar, Mısır'a giren ve çıkan tek koridor olan dar bir kara şeridi boyunca karşı karşıya geldi. Dört savunma "kutusu" biçiminde tertiplenen Sekizinci Ordu birlikleri, ta ki kuvvetleri bitap düşmüş ve ikmal hatları gerilmiş olan Rommel ricat emri verene
Sayfa 184 - Onuncu Bölüm: Çöl Savaşı, MontyKitabı okudu
Evet efendim. Ölmemizi emrettiniz. Süvarilerin çoğu öldü. Ama onların saldırısı, düşman akınını geciktirmiş ve böylece o önemli zirvenin kurtulmasını sağlamıştı. Anafartalardaki bu son kanlı çarpışmalar, aslında Gelibolu seferinin son çalkantılarıydı. Conkbayıri'nın Türklere geçmesinden hemen bir hafta sonra Sir lan Hamilton telgrafla Kitchener'e başarısızlıklarını bildirmişti. Türkler şimdi sadece sayica değil, moral bakımından da üstünlük kazanmışlardı. Artık sürprizden de yararlanamayacak olan Hamilton'un saldırıya tekrar baş- layabilmesi için yeniden 100.000'e yakın asker getirmesi gerekmekteydi. Hamilton, raporunu, "Karşımızdaki ordu, kahramanca dövüşen ve mükemmel yönetilen gerçek Türk ordusudur," diye bitiriyordu...
Sayfa 122 - Altın KitaplarKitabı okuyor
Reklam
İşte ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçare asker ise sensin ve insandır. Ve o arslan ise eceldir. Ve o darağacı ise ölüm ve zeval ve firaktır ki gece gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise birisi müz'iç ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefiy ve yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.
... "Bizim dışımızda herkes kazanacak o horozdan. Bahse girecek tek kuruşu olmayan yalnız biziz." "Horozun sahibinin yüzde yirmi hakkı var." "Seçimlerde onlar için kendini helak ettiğinde de sana verilecek bir göreve hakkın vardı," dedi kadın. "İçsavaşta canını tehlikeye attıktan sonra da emekli asker aylığına hakkın vardı. Şimdi herkes geleceğini güvence altına almış ve sen yapayalnız, açlıktan ölüyorsun." "Yalnız değilim," dedi albay.
İbni Tahir evet manasında başını salladı. Ağzını açacak hali kalmamıştı. Hayatını adadığı fikirlerin çöküşü onu da mahvetmişti. “Senin bu kara cahilliğin yüzünden ölüyorum.” “Allah’ım! Allah’ım! Ben ne yaptım! ” “Pişman mısın?”
15. BölümKitabı okudu
Baz ile Kevok...
Baz, avcı kuş... Kevok, av kuşu... Baz koruyucu asker, her şey vatan, her şey disiplin, her şey düzen için... Kevok disiplin düşmanı, her şey özgürlük için... Baz ile Kevok şimdi karşı karşıya, göz göze. Biri av, öteki avcı, biri kazanmış, öteki yenilmiş. Gözleri birbirini süzüyor. Engellerden kurtulmuş çıplak, doğrudan bir bakış... Aralarındaki kine rağmen bakışlarında bir sıcaklık... "Kızım ne diyorsun?" diye soruyor yine Baz yumuşak bir sesle. "Hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey söylemeyeceğim. Öldürün beni!" "İyi o zaman, benden günah gitti. Öldürün!"
Sayfa 249
Şeytanla Kısa Bir Diyalogumuz Olmuştur..
~•~ — Ses ver! — Sor vereyim! — Benden ne istiyorsun? — Ruhunu istiyorum! Allah'a bağladığın ruhunu! — Her ân tepemde, beynime çivi üstüne çivi çakıyorsun da yine bir şey başaramıyorsun!.. Bıkmadın mı hâlâ, usanmadın mı? (Duman; bir el şeklini aldı. Tırnakları kol boyu uzamış, üstü damar damar, kara kuru bir el... ) —Bırakır mıyım
1.162 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.