Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kıbrıs konusundaki tutumumuz başlangıçtan yanlış olmuştur. Kıbrıs'ı istemek, sonra federatif sistemden bahsetmek fikrî bir kargaşalığın Kıbrıs konusundaki plânsızlığın alâmetidir. Başka devletler ne derlerse desinler, "Kıbrıs Türk’tür" sloganı ile hareket edilecek ve asla taviz verilmeyecekti. Kıbrıs Devleti kurulup Türkler'e,
bu hikayenin türevlerini duymuşluğumuz var
Yıldırım çarpan, ya da senatörlerce öldürülen Romulus, Romalılar arasında gözden kaybolur. Bu söylenti halk ve asker arasında yayılır. Devlet ileri gelenleri birbirine düşerler. Doğmakta olan Roma, içerden bölünmüş, dışardan düşmanlarla çevrilmiş olan Roma uçurumun kenarındadır. O zaman Pro- culeius adında biri yiğitçe ortaya atılır ve şöyle der: «Romalılar, açındığınız kral ölmemiştir, göklere çık­mıştır, şimdi Jüpiter’in sağında oturmaktadır. Var git, dedi bana, yurttaşlarımı yatıştır, onlara bildir ki, Romulus tanrılar arasındadır; onları koruya­caktır. Bilsinler ki, düşmanlarının gücü hiç bir za­man onlardan üstün olmayacaktır. Bir gün gelecek Romalılar dünyanın efendisi olacaklardır; onların alınyazısı budur. Elverir ki bu tanrısal haberi, en ileri kuşaklara kadar soydan soya ulaştırsınlar.
Reklam
Darbe ve tutuklanma Akşama doğru saat 7'yi geçiyordu , özel kalemden, tanıdığım bir ziyaretçimin geldiği bildirildi. Kendisini kabul ettim. Tanıdığım kişi, bazı subay ve komutanların görüşme talebini getirdi. Sadece, beni mutlaka görmek istediklerini söyledi. Gelen ziyaretçimde başka hiçbir bilgi yoktu. Haberi getiren kişi, eve varış saatimi
III Stop: Fren! Zıııınk! Durdu!. Amele baş parmağını tele dokundurdu. Akümülatör, dinamo, motor,
Rüyamda O’nu nasıl gördüğüme gelince: Çocukluğumda eski evimizde Atatürk resmini kömürle zeminine çizdiğim beton çıkma balkonda asker giysili birileriyle birlikte Atatürk oturuyor, karşılıklı konuşuyorlardı. Ben de çocuk halimle etraflarında dolanıyorum, arada göz göze geliyoruz ve o şiirlerdeki gibi mavi gözleri çakmak çakmak parlıyordu. Beni
Sayfa 115Kitabı okudu
Tom, profesyonel anlamda görüştüğüm ilk gazi asker olsa da öykü sü birçok yönüyle benim için tanıdıktı. Savaş sonrası Hollanda'da bom balanmış binaların içinde oyunlar oynayarak yetişmiştim ve açık sözlü bir Nazi karşıtı olduğu için toplama kampına gönderilen bir adamın oğluydum. Babam, hiçbir zaman savaş deneyimleri hakkında konus madı fakat küçük bir çocukken beni şaşkınlıktan donduran öfke patla maları yaşardı. Her sabah, ev halkı uyurken dua etmek ve Incil okumak için sessizce merdivenlerden inen bir adam nasıl böyle ürkütücü şekil de öfkelenebiliyordu? Yaşamın sosyal adalete adamış bir insan nasil oluyordu da bu kadar öfke doluyordu? Aynı şaşırticı davranışları, Hol hollanda Doğu Hint Adaları nda (şimdi Endonezya) bir Japon tarafından esir alınan ve Kwai nehrinde yapılan ünlü köprünün inşaatında çalıştı- rilan amcamda da görmüştüm. O da nadiren savaştan söz ediyordu ve sık sık kontrol edilemeyen öfke nöbetleri yaşıyordu
Reklam
Deniz kuvvetleri kumandanı Sayın Sadık Altıncan merhum da Pakistan'ı ziyaret eden heyetin içinde idi. Bayar sözü değiştirmek ve Menderes'in kaypaklığına karşı bana ciddi bir insan göstermek istemiş olacaktı ki: - Bak, dedi, şimdi Altıncan'ı neden çok sevdiğimi sana göstereyim.. Onu davet edip bir kadeh de beraber içmemizi teklif edeceğim o kabul etmeyecek... Garsona : - Amiralı buldurur musunuz? dedi. Bir dakika sonra Altıncan geldi. Masanın yanında ayakta selam durdu. Bayar: - Amiralim dedi, buyurun bir kadeh rakı içelim!. Sadık Altıncan beklemediği bir teklif ile karşılaşmış gibi durakladı . - Sayın cumhurbaşkanım dedi, ben vazifedeyim, müsaade ederseniz içmeyeyim. - Canım bir kadehten ne çıkar? - Emriniz büyük efendim, fakat vazife müsaade etmez. Bayar: - Israr edersem... Amiral gülümsedi. - Israr etmezsiniz efendim, diye cevap verdi. Bayar güldü: - Nasıl isterseniz, dedi, ama oturup konuşabiliriz. - Biraz sonra gelirim efendim. Amiral yine çevik bir selam çaktı ve yanımızdan uzaklaştı . . Bayar bu sefer bana döndü: - Gördün mü, dedi, som asker, som vazife adamı... Ben işte onun bu ciddiyetine meftunum. . Türk donanmasında iyi bir isim bırakmış olan Altıncan, bir yıl sonra emekliye ayrılacak, 1957 seçimlerinde D.P.'den milletvekili seçilecek, askerlikten sivil hayata geçmiş olmanın bunalımı içinde ne yapacağını bilmeden, 27 Mayıs'tan sonra tevkif edilecek, Türk donanması için bizzat kurduğu Yassıada'da henüz içine nüfuz etmediği meselelerin sorumlusu olarak muhakeme edilecekti... Mahkum olmadan vefat etti. Hiç şüphe yok, böyle bir son ona layık değildi.
Irak Başbakanı rahmetli Nuri Sait Paşa Türkiye’ye bir gelişinde anlatmıştı: - Osmanlı ordusunda iken Atatürk’le aynı cephedeydik, bir akşamüstü birlikte yemek yiyorduk. Sofrada bulunan bir asker hekim izinli olarak İstanbul’a gideceğini söylemesi üzerine Atatürk kızdı, ordu tifüsten kırılıp dururken nasıl olur da bir hekim İstanbul’a keyif etmeye gider, devlet onu yetiştirmek için on binlerce lirayı işte böyle günlerde görev başında bulunması için harcamıştır, diye tutturarak söylemediğini bırakmadı, hekim içkili de olduğu için kendini kaybetti, Atatürk’ün başına bir şişe attı. İçeriki odaya alarak yarasını temizledik, sardıktı...” Nuri Sait Paşa yıllar sonra Atatürk’le sohbet ederken eski hatıralardan dem vuruluyor. Atatürk’ün kafasını yaran hekime geliyor söz. Nuri Paşa Atatürk’e : - Acaba ne olmuştur o hekim? diye soruyor... Atatürk’ün yanıtı: - Şimdi bir ordunun sıhhiye reisi... Nuri Sait Paşa bu olayı aktarırken gözleri yaşarıyor, Atatürk’ü şu sözlerle anıyor: - Ne büyük kalpli adam!
6 -7 Eylül olayları ve komünistler 1950'li yıllar, bir yandan komünistlerin ve komünizmin "mutlak kötü" mertebesine yerleştirildiği, öte yandan ise siyasi muarızlara saldırmak ve onları karalamak için "komünist" ithamını kullanmanın, komünist yaftasını yapıştırmanın yeterli hale geldiği yıllardı. Dahası, herhangi bir
1.000 öğeden 781 ile 790 arasındakiler gösteriliyor.