Zaman tozdur çünkü, kirdir, nemdir, eskimişliktir, yenilgidir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım koruyamayız kendimizi ve nesneleri ondan. Boşuna o toz bezleri, fırçalar, paspaslar, cilalar, saç boyaları, kozmetikler.
Sorarım size bir sanat eseri yaratırken insanın kendi yaşamından yararlanması neden bu kadar küçümsenir? Başkalarını anlatmak beceri olur da kendini anlatabilmek cesareti niye böylesine hor görülür?
Nice genç kızın, kadının yaşamını köreltmiş, canlılığını, yaşama coşkusunu, yeteneklerini boğup atmış bu ‘Hanımlık-Hanfendilik’ kavramının yalnızca erkeklerin yararına uydurulmuş ama onlar için bile son derece sıkıcı, kapalı, soluk alıp vermez bir tanım olduğu yazık ki bugün bile anlaşılamadı.
İşte önümüzde yeni bir gün. Mevsim yaz, hava güzel, sağlıklıyız. Rastgele bile olsa yaşıyoruz. Birbirimizi seviyoruz. Daha ne olsun?
Yarın öleceksem bile bugünü niye yaşamayayım?
Bellek, belli bir an belli bir yerde takılıp kalır. Bir sabah ya da geceyarısı, kar kokan bir öğle üzeri, bir yaz akşamı; bir sokak ya da oda kapısında, bir lokanta masasında, güneşi emmekten yorulmuş bir dal ucunda takılır kalır. Çok sonraları o yerin ve o anın fotoğraf durağanlığı ile belleğinize işlenmiş olduğunu görür ve orada, o anda bir daha hiçbir zaman o eski siz olmamacasına derin, köklü ama adını koyamayacağınız bir değişim geçirmiş olduğunuzun ayrımına varırsınız.