YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı. – Üşüdün, dedim. Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım. – Neden böyle oldun, dedim. Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
ÖYLE BİR HİKÂYE Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri: – Atikali, Atikali! diye bağırdı. Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Reklam
MÜTHİŞ BİR TREN Kıraathanenin camları önüne oturmuşlardı. İki arkadaştılar. Nargilelerinin marpuçlarını emerek susuyorlardı. Zayıf olan, lülenin ateşini nargilenin kehribar ağızlığıyla düzeltti. Bir-iki nefes daha çekti. Marpucu sardı. Nargileyi önünden itti. Bu, yüzü karanlık, karışık bir adamdı. Kalın kaşları vardı. Bu kaşların altında
SÜT Senelerden beri yapmadığım şeyi yaptım: Süt içtim. Dükkânın içinde su buharı, süt kokusu, insanı ağlatıp uyutacak, kırk sene evvelki bir beşik hatırasına kadar sürüklüyordu... Evet, senelerden beri ne erken uyanmış, ne de süt içmiştim. İşe sütle başlıyorduk. Ne haristi parmaklarımız anamızın göğsünde. O ne dişsiz bir canavar ağzı idi
ÇATIŞMA Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşlukta; birtakım ecza şişelerinin küçüklü büyüklü, sıra sıra dizildikleri, ağızlarını açıp bekleştikleri zamanı; ötekisi ile; sıcacık bir oda ve bir sepet içinde kokmaya, bir kurt yüzünden bozulmaya, delirmeye, canlanmaya hazırlandıkları zaman
Bir aralık kız bir tütüncüden Fransızca bir mecmua alıyor. İçime bir Fransızca konuşma arzusu geliyor. Fransızca konuşmayı, hele Beyoğlu'nda olursa, hele iki Türk arasında, iki Türkiyeli arasında olursa gayrikabili tahammül bulurum. Hatta bazan çirkin, ayıp bulduğum da olur. Öyle olduğu halde ben de Fransızca başlıyorum: – Hiç başınızı
Yağmurlu HavaKitabı okudu
Reklam
Etrafımda hiçbir ağaç yok. Göremediğim için belki de var; fakat gece onları o kadar sımsıkı yakalamış ki... O halde niçin ağaçların, gecenin beri tarafına doğru aktığını hissediyorum? Bakın geride bıraktığım ışıklara. Sonra dinleyin. Dinleyin, sesi işitiyor musunuz? Mızmız hımhım bir ses... Ne hışırdayarak, hatta gürleyerek geçen rüzgâr bu mızmız sesi örtebiliyor, ne de yakınlarda gece ile büyüyerek akan derenin homurtusu. Çünkü bu ses bütün geride bıraktıklarımın sesidir. Artık ben, at sırtında bir nehir gibi geçiyorum. Fakat o sesler benim itiyatlarımın bağdaş kurup oturdukları yerin sesleridir. Ne kadar kaçmak ve uzlaşmak arzusuyla dolu isem, o kadar da bağlanmak, kalmak, bağdaş kurup oturmak istiyorum. İşte her şey bitmek üzere: Atın geceye yapışan solukları; duvarlardan, ağaçlardan sızmış. Aç ve susuz toprak onları emmiş. Önümüzde yükselen kan damlası, şişirilmiş bir kauçuk gibi delinmiş, pörsünmüş, olduğu yere çöreklenmiş... İşte, şimdi o çöreklenen şeyin de başını kaldırarak bir müddet dolaştığını ve sonra sonbahar yapraklarının arasına karışıp kaybolduğunu duyarak görüyorum. Meydanı, lükslerin çiğ ziyası birdenbire tekrar kaplıyor. İşte her şey bitti.
Gece ve AtKitabı okudu
Geceyi güzel kapatalım.
İnsanoğluna her kelime nelere mal olmamış... Şimdi anlıyorum. Belki bu kadar kuvvetli ilk defa seviyorum. Bütün kusurlarım -çoğunu meziyet sanırdım- birer birer keder ve sevinç misali ayan oluyorlar. Benim meziyetlerim de varmış; hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir başkasını sevebilirmişim. İçimde onun için fedakârlıklar yaratabilirmişim. Ben hiç korkak değilmişim, hatta dövüşebilirmişim. Bir benden başkasını özler, kokusunu duyar, düşünür üzülürmüşüm. Balzac'ın hakkı yok: O diyor ki, "Aşk, şuuraltı bile olsa yine bir hesap kitap işidir." Burjuvalar arasında doğru. Fakat benim ne şuurüstü, ne şuuraltı hiçbir hesabım yok. Hesapsızlıklarla doluyum. Sevgilim hesap ediyorsa, zararı yok ben hesap etmiyorum.
Pdf/Kindle/Bekleyen Adamın Üç HaliKitabı okudu
sait faik abasıyanık - o ve ben
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde Ben onsuz edemem. Eli elimin içinde olmalı, Gözlerine bakmalıyım, Sesini işitmeliyim. Yapamam, onsuz edemem.
Ben hikâyeciyim diye sizden ayrı şeyler düşünecek değilim. Sizin düşündüklerinizden başka bir şey de düşünemem. O halde bu adamın hikâyesi ne olabilir? Sakın benden büyük vakalar beklemeyin, n'olur
Sayfa 19
Reklam
Sen Yanaki! Dostların en koyusu! Arkadaşların içinde ölümden önce en sonuncusu! Atina sokaklarından geçerken yıldızlara bak. Yıldızlar seni sandallara, kayıklara, vapurlara ve adalara götürecek. Dünyanın bütün adalarını gezeceksin. Dünyanın bütün sandallarına bineceksin. Elinde naylondan otuz beşlik bir oltayla deniz diplerinden balık sanıp fosforlar, yakamozlar, pırıltılar yakalayacaksın. Balığa boşver! Düşün Yanakimu beni. Bin, bir yıldızın sırtına. Adaların içinde bir Burgaz adası vardır. Bir sandal vardır, tam Kaloyeros'la Laendros'un gözüktüğü nişanda. İşte o benim. Ben, sandallar içinde bir sandal, denizler içinde bir deniz, insanlar içinde bir insan.
- Neden öldürdün, Hidayet? - Seviyordum be abi! - Nasıl seviyordun, Hidayet? - Deli gibi be abi! gün onunla ağarıyordu. Ben susam helvası satarım abi gündüzleri. Cebin de mis gibi simit kokuyor abi. Gün onunla ağarır; onunla kararırdı. Bir dakkam yoktu onu düşünmediğim. Abi, rüyada gibi yaşardım. Her laf gelir gider ona dayanırdı. İnsanlar bana bir laf söylerdi. O ne cevap verebilir, diye düşünürdüm. Bir şey alacak olsam o alır mıydı acaba? derdim. Bir şey yesem içime sinmezdi. Biri yol sorsa o gösterir miydi diye kafama sormayınca ve içimde o, yol göstermeyince aptal aptal bakardım. Bir güzel şey görsem ona göstermezsem, gösteremediğim için zevk alamazdım güzel şeyden.
Dışarıda kar yağıyor. Odamız sıcak. Her taraf karmakarışık. Yerler sigara külü İçinde.Masanın üstünde mandalina kabukları var. O resimli mecmuaya dalmış ben onun yüzüne dalmışım. Bir saadet denizi içinde felaketlerden kurtulmuş perişan bir sandal gibiyim,yelkenler paramparça sandal su içinde. Hayır sandalcı gibiyim. O ömrümde tutamayacağım seyrine doyamayacağım bir deniz mahluku gibi. Yosun ve deniz kabuklusu kokuyor. Onu bana getiren sebepler ne olursa olsun bu battaniyenin üstündeki resimli dergiye dalmış harikulade netice, beni dostluklara, sevdalara, yirmi yaşlara, sıhhatlere ve saadetlere arkadaşlıklara ve huzurlara salan netice karşımda işte.
Sait’ten Hatıralar- Bedri Rahmi Eyüboğlu
Hani bazı ressamlar vardır. Resimlerini şöyle rastgele, kalenderce, gelişigüzel yapmışlardır, dersiniz. Eserlerinde en ufak bir titizlik, aşırı bir itina sezilmez. Öyle resimler ki herkese: 'A bu kadarını ben de yaparım yahu!' dedirtir ve bu yüzden başımıza bir sürü amatör çıkartırlar. Bu gelişigüzel resimlerin peşine takılır, o ressamın hayatını incelersiniz, bir de bakarsınız o kolaylığın altında, o kalenderliğin, o sallapatiliğin altında domuzuna bir gayret, kahredici bir sabır, şaşırtıcı bir inat saklıdır. Ressam o gevşekliği, o başıboşluğu, o yumuşaklığı, uysallığı çok uzun, çok zahmetli etütlere borçludur. Sait'in yazılarındaki o canım kolaylık, o kendiliğinden akış, o kalenderlikte de öyle bir kalenderlikti. Şöyle bir çırpıda döktürdüğü yazısı olacağını pek sanmıyorum.
Sayfa 132Kitabı okudu
376 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.