Kalabalığın büyük kısmı çözülen asker duvarını aşmış, vagonlara hücum etmişti bile. Pencerelerden sarkan Osmanlı askerleri kendilerine uzatılan, hiç olmazsa vagona doğru fırlatılan erzak paketlerini yakalamaya uğraşıyor, yakalanan hemen içeri alınıyordu. Yere düşen paketse tekrar fırlatılıyor, bu böyle sürüp gidiyor, bir izdihamdır yaşanıyordu. Pencereden sarkmış genç bir zabit, “Burası neresi?” diye sordu o sırada. Yüz çizgileri ince, kumral ve yakışıklı bir adamdı. “Gence” diye bağırdı yaşlıca bir kadın, “Şehrin ahalisi Türk’tür oğul.” Bu kez “Ana, su!” diye bağırdı genç zabit. Yaşlı kadın bakır ibrikten çinko, kırık bir tasa doldurduğu suyu pencereye doğru uzatmak istedi fakat boyu o kadar kısaydı ki mümkünü yoktu. Yanaklarından sağlık fışkıran genç bir kız durumu fark etmişti o sırada. Kimsenin kimseye yardım edecek hali, vakti yoktu. Bir an sağına soluna bakınan genç kız, fazla düşünmedi, yaşlı kadını bir çocuk gibi kucaklayıp pencereye doğru kaldırdı: “Dökme anne. Sıkı tut.” Su, yerine ulaşmıştı. Bu sahne zabiti bile gülümsetmişti. O gülümseme arasında kızla göz göze geldi. “Adın ne?” diye bağırdı pencereye doğru kız. Cevap geldi. “Murat.” “Peki ya senin?” “Bulak.” Hepsi bu.
Ölüme bu kadar takılıp kalma oğul! İnsanlar ölmek için doğuyor.
Sayfa 141Kitabı okudu
Reklam
"Yalnız üçümüz varız, her zaman üç. Baba, ana ve oğul. Kadın, erkek ve sevgili. İstediğin gibi değiştir, sonuçta elde hep üç var, çünkü dört ahlak dışı, beşle başa çıkılmaz, iki dayanılmaz ve bir yalnızlığın, ölümün eşiği."
Ölüme bu kadar takılıp kalma oğul! İnsanlar ölmek için doğuyor. Zaman bir bezirgan, ölüm alır, ölüm satar. Gecede ve gündüzde, gençte ve yaşlıda, iyide ve kötüde hep budur yaptığı. İnsan gaflete kapılıp zamanı öldürdüğü için yapar bunu. Bir intikam alır gibi. Ve zamanlar öldükçe ölümün zamanı gelir. Kaçışı olmayan, kurtuluşu bulunmayan andır o. Bir yerde susmak gibi;bir yerde konuşmak kadar... Ebedi hakikatin ta kendisidir ölüm. Her başa gelecek ve tek başına olacak.
Dede oğul güneşin altında konuşmadan ilerlediler. Köyün damlaları göründüğünde, yan gözle torununa baktı dede. Eskiden köy göründüğünde sergilediği sevinç tezahürlerinden hiçbiri yoktu oğlan da. Kös kös yürüyordu, başı yerde.
'Sen Tegami'yi düşünme. Bilir misin, samuraylar savaşa giderlerken ne yaparlar. Oğul savaşa giderken, anne ve babası kapının önünde oğullarını yolcu ederlerken birdenbire harakiri yaparlar. Artık geride bir bekleyeni olmadığı için kendisini tamamen savaşa verebilsin diye oğulları. Artık o anne babasının değil ülkesinin evladıdır çünkü. Sen git Agafya, giderken de beni düşünme. Burada kapının önünde sana aşkından ölen bir adam bırakarak gidiyorsun. Gözün arkada kalmasın. Kendi savaşını rahatça ver sen ....
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.