Ey ölümün yirmi dokuz harfi, kötülüğün nefret ayetleri, kibrin küçücük tanrıları... bizim o körpecik oğullarımız, kızlarımız, ellerinin yüreklerinin sonsuz güzelliğiyle gelmişlerdi, bozkırın baş dönmesi o güzel kente. Gökkuşağının yedi renginden bir düğün alayıydılar. Sesleri çimenli çiçekli korulardı.
Gözleri birer gök bahçesiydi. Ayakları binlerce evi yollara düşürmüş göldü, ırmaktı, deniz rüyasıydı. Başka hayatların acısından, sevincinden, yoksulluğundan, umudundan yapılmışlardı. Gövdeleri incecik birer barış elifiydi, özgürlüğün başı bulutlarda cümlesiydi. Güzeldiler. İyiydiler. Doğruydular.
Çerin burada tutsak olmuş, seni bekliyor. Pusatların Çin depolarında. Ülkende de Sırtarduşlar oturuyor. Bir gün bunların hepsi kurtbaşlı sancağın gölgesinde birleşecektir.
- Biz o günü göremeyeceğiz.
- Oğullarımız görür. Oğullarımız göremezse torunlarımız görür.
her saniyesi bin ölüm bekleyişler, bilmenin çeki taşı, acının onuru, haklı olmanın çaresizliği... ah bizim oğullarımız, kızlarımız... sizin büyük hatıranızı, bizim büyük yalnızlığımızı hafifletecek bir zaman ölçüsü olabilir mi hiç?
-Bir gün bunların hepsi kurtbaşlı sancağın gölgesinde birleşecektir.
-Biz o günü göremeyeceğiz.
-Oğullarımız görür. Oğullarımız göremezse torunlarımız görür.