Ne kaşlarını çatarsın, ne huyunda husunda kin var; düş­mana bile lûtfun, oğullarımız, kızlarımız değil misiniz der.
Ey ölümün yirmi dokuz harfi, kötülüğün nefret ayetleri, kibrin küçücük tanrıları... bizim o körpecik oğullarımız, kız­larımız, ellerinin yüreklerinin sonsuz güzelliğiyle gelmişlerdi, bozkırın baş dönmesi o güzel kente. Gökkuşağının yedi ren­ginden bir düğün alayıydılar. Sesleri çimenli çiçekli korulardı. Gözleri birer gök bahçesiydi. Ayakları binlerce evi yollara dü­şürmüş göldü, ırmaktı, deniz rüyasıydı. Başka hayatların acı­sından, sevincinden, yoksulluğundan, umudundan yapılmış­lardı. Gövdeleri incecik birer barış elifiydi, özgürlüğün başı bulutlarda cümlesiydi. Güzeldiler. İyiydiler. Doğruydular.
Reklam
Çerin burada tutsak olmuş, seni bekliyor. Pusatların Çin depolarında. Ülkende de Sırtarduşlar oturuyor. Bir gün bunların hepsi kurtbaşlı sancağın gölgesinde birleşecektir. - Biz o günü göremeyeceğiz. - Oğullarımız görür. Oğullarımız göremezse torunlarımız görür.
Sayfa 331Kitabı okudu
her saniyesi bin ölüm bekleyişler, bilmenin çeki taşı, acının onuru, haklı olmanın çaresizliği... ah bizim oğullarımız, kızlarımız... sizin büyük hatıranızı, bizim büyük yalnızlığımızı hafifletecek bir zaman ölçüsü olabilir mi hiç?
Güneşim benim Alır mıyız dedim? Alırız demiştin; Hani o zaman deli çocuklarımız, Kızlarımız ve oğullarımız...
-Bir gün bunların hepsi kurtbaşlı sancağın gölgesinde birleşecektir. -Biz o günü göremeyeceğiz. -Oğullarımız görür. Oğullarımız göremezse torunlarımız görür.
Reklam
289 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.