Behçet Oktay
...Konusunda uzman. Emniyet teşkilatında çok sevilen biriydi. Fetullahçılar yıllardır Özel Harekat Daire Başkanlığı'na sızmaya çalışıyordu. Ama Behçet onlara fırsat vermedi. Onları Özel Harekata sokmadı. Giremedikleri tek yer burasıydı."
Kapıların Dışında, Tercüme Bürosu tarafından geri çevrilen tek çeviri değil kuşkusuz. Bir başka örneği, Orhan Veli'nin Antigone çeviri macerasını Oktay Akbal anlatıyor: Kimi zaman çok başarılı bir çevirinin özel nedenlerle geri çevrildiği de olurdu doğrusu... (...) Antigone'yi incelemem için bana vermişti başkan... Orhan Veli çok temiz bir Türkçeyle Anouilh'un oyununu dilimize aktarmıştı. Sözcüğü sözcüğüne değil. Türkçeye yakışan bir biçimde... Benim olumlu raporumu inceleyen Tiyatro Yapıtları Komisyonu üyesi Dr. Ali Süha Delilbaşı birden öfkelenmiş, birçok çeviri yanlışı bulmuş, zaten Orhan Veli'nin Fransızca bilmediğini, bu yüzden bu çevirinin basılmaması gerektiğini söylemişti. Benim ve Başkan Yetkin'in savunmaları işe yaramamıştı. Gerçekte sorun, Orhan Veli'nin Delilbaşı'nın gözünde azılı bir solcu olması, Nâzım Hikmet'in hapisten kurtarılması için açlık grevine yatmasıydı. Antigone çevirisi geri çevrildi. Uzun yıllar geçti aradan... Vatan gazetesinde çalışıyordum. Bir gün Orhan Veli'ye Antigone çevirisinin nerede olduğunu sordum. Evde, aradı, buldu. Düzeltme işaretlerimi hemen tanıdım. Bir kez daha çeviriyi Tercüme Bürosu'na göndermesini istedim. O sırada büro başkanlığına Prof. Yetkin yeniden getirilmişti. Kurulda Tahsin Saraç gibi aydınlar vardı. Sanırım bu kez çeviriyi Tahsin Saraç inceledi, böylece kitap basıldı.."
Sayfa 20 - Can Sanat YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Yeni Roman Ülkelerinde...
Mutlu yazar, azdır. Belki de yoktur. Ama mutlu okur vardır. O mutlu okurlardan birisi olduğumu duyumsarım zaman zaman. "Don Quijote"yi okumak, yeniden okumak, kimi mutlu kılmaz? "Bugün neye inandığı" sorulunca, Milan Kundera "Cervantes'e" mi demişti, "Don Quijote'ye" mi demişti? Kemal Tahir'in çalışma masasında bir Faulkner görünce heyecanlanmıştım. Şimdi bir gıdım Almancam varsa, "Şato"nun, "Amerika"nın, "Günlüklerin Türkçeye bir hayli geç çevrilmesinden ötürüdür. İki gıdım İngilizcem ise, Faulkner gölgesiyle, Woolf gölgesiyle, Joyce korkusuyla da. ….. Edebiyat tarihince, kimbilir kaç yazar, bilerek ya da bilmeden Borges yordamıyla yazmıştır. Yazmıştır da, "öyle" yazma yordamını imzalayan, Borges oldu. Anar'ın romanlarını okuyunca, onun kaç bin tarih yapıtı okuduğunu pek merak ettim. Bu merak, tarihsel bilgi ve sezgiler'i bitiştiren, bağdaştıran, yeniden üreten romancı Anar harcı'nı merakla noktalandı. Artık öncesini hiç sormuyordum. Anar, özel yordamına imzayı basmıştı. Bir okur olarak mutluydum. Önümde yeni kişilerin yaşadığı yeni ülkeler açılıyordu. Ve bir gıdımlık tarih okuyorsam, o alandaki okumalarımı yeni bir keyifle, hatta yeni bir bakışla sürdüreceksem, bu da Anar'ın bana verdiğidir. Eklemeli: Tarihsel romanlar mıdır Anar'ın yapıtları? Hayır, romanlardır. Tarihsel olan'dan yeni bir roman çıkarmak, romanı da yeniden tarihselleştirmektir ama. Romana böyle genç bir yaşta üç baba yapıtla buyurup gelen İhsan Oktay Anar'a selam olsun. Hulki Aktunç
İletişim YayınlarıKitabı okuyacak
Bir insanın özel ve değerli dostları varsa çok da sıradan biri olamaz. Haksız mıyım?...
Bundan beklenen gaye nedir?
Dışarıya beş bin tane öğrenci, doktora öğrencisi vesaire gönderilip, milyarlarca dolar harcanıyor. YÖK'müş, Milli Eğitim Bakanlığıymış, çeşitli kuruluşlarmış, özel kişilermiş, dışarıya giden dolarların bir hesabı daha hala yapılmamıştır. Fakat şöyle tahminen bir düşünseniz, milyarları buluyor dolar olarak ve bu ara bu miktarlar, kafanızda şöyle kaba taslak bir hesap yaparsanız göreceksiniz ki, Türkiye 'deki bütün üniversitelerin tüm bütçesinden fazladır. Böyle eğitim sistemi olur mu? Bundan beklenen gaye nedir? Ben size söyleyeyim, söylenmeyen bir gaye vardır bunda, yani biraz dikkat etmek lazım. Bence bundan beklenen, söylenmeyen gaye, bu gidenlerin sadece dışarıda dışarıların kafalarına uygun, Türkçe'den daha çok İngilizce'yi bilen, onu seven, burada gelip Türk gençlerine Türkçe değil, İngilizce olarak ders vermekten başka marifeti olmayan kopuk insanlar yetiştirmektir. Bununla Türkiye'ye bir fayda gelmez.
Sayfa 169 - OtopsiKitabı okudu
Günümüz Diziler ve Toplum...
Vaktiyle televizyon kanallarının vazgeçilmez söyleşi programlarında, mini etekli kadın konukları oturtmak için abartılı biçimde alçak kanepelerin, her kanalda yer alan sabah keyfi, iç çamaşırı defileleri, gazetelerin kapak sayfalarına yerleştirilen plaj görüntüleri ve yarı çıplak poz vermiş kadın görüntülerinin, günün birinde ürün vermeye başlamasını bekliyordu. Kadın bedeni üzerinden onca aşağılama aşağılamanın bir sonucu olacaktı elbette. Toplum bilimcilerin bu durumu özel olarak tasarladıklarına inanıyordu Gencer. Günden güne sayısı artan dizi filmlerde de işlenen konular hep söz konusu kahramanların topluca birbirlerini aldatmaları, iyi olan kadının aslında kötü olma potansiyeli, kötü olan erkeğinse haklılığı üzerine kurgulanıyordu. Takip eden yıllarda, hepsi de birbirine benzeyen bu kurgularda, erkeklerin eline bıçak tabanca gibi unsurlar ekleyip olayı tümden vurdulu kırdılı macera seviyelerine vardırdılar.
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
Uzun zamandan beri onu düşündüren bir konu vardı. Şen, hayatında tanıdığı en özel kişi ve ona en iyi gelen insandı. Gerçi pek de güzel bir kadın sayılmazdı. Ama dünyanın en güzel kalbine sahipti. İşte bu özelliği her şeye bedeldi. Ona evlenme teklifi etti.
"Kadınlar için şu özel evlerden açmaya başlamışlar, duymuş muydun?" "Sığınma evlerini mi diyorsun?" "Evet. Sığınma evleri... Sence bu çözüm olur mu?" "Nereden bileyim. Biraz zaman geçsin, sonuçları görelim bakalım." "Ben hiç ihtimal vermiyorum açıkçası. Hem aileleri dururken ne diye sığınma evlerine gitsin ki kadınlar?" "Çünkü aileleri destek olmayan kadınlar gidecektir o evlere ya da ailesi olmayanlar."
Oktay Rifat’ın dünya görüşünün şekillenmesinde etkili olan kişilerden biri de teyzesinin oğlu Nâzım Hikmet’tir. Hiçbir zaman çok yakın olmayan iki kuzen, politik olaylara verilen tepkiler ve şiir konusunda da birbirlerine mesafelidir. Oktay Rifat bu mesafeye rağmen Nâzım Hikmet’in açlık grevini Orhan Veli ve Melih Cevdet’le birlikte desteklemiş ve açlık grevi yapmıştır.
Oktay Rifat;
Övünmeyi de övülmeyi de sevmemiştir hiç. Yetmişini geçip de bütün şiirlerini içeren tuğla gibi kitabı eline aldığında usulca “bir şeyler yaptım galiba” diyecek kadar mütevazıdır.
Reklam
Günlük yazarlığının "roman" ya da "oyun" yazarlığı gibi, "bir yazın türü" olduğu gözetilerek, o "disipline" uygun bir mantık ve ciddiyet taşıması gerektiğini düşünürüm. Günlük yazmayı, yazar- ların can sıkıntısı karalamaları olarak değerlendirmem elbet, ya da onların "dolu zamanlarını" ciddi yapıtlarına, "boş zamanlarını" günlüklerine ayırdıklarını düşünmem. André Gide ve Anais Nin'in günlüklerinin, "günlük'ün bir yazın türü olarak kabul görmesindeki paylarını anarım. Witold Gombrowicz'in, Tennessee Williams'ın günlüklerini hayırsever birilerinin çevirtip Türkçede yayımlamasını beklerim. Üniversite yıllarımda Muzaffer Buyrukçu'nun Soyut dergisinde günlükleri yayımlanırdı. Istanbul'da edebiyat ve sanat dünyasının bir dönemine azıcık magazinel bir dille yaklaşan tutanaktı onlar. Zamanın aldırışsızlığına karşın yazının direnciyle geçen zamanı sabitlemek isteyenlerin çabasına özel bir ilgim vardır. Georges Perec'in her gün oturduğu kahvenin önünden geçenlerin yaptıklarını anlatmaya ayırdığı zamanı, takıntılı çabasını bu yüzden hayranlıkla anarım. Salah Birsel, deneme türünün olduğu kadar günlük türünün de okur katında ciddiye alınması için emek harcamış yazarlardandır. Hayırla yad ederim. Ataç'ın, Oktay Akbal'ın günlüklerini de unutmamak gerekir. -Kasım 2002
Sayfa 63 - Günlük yazarlığının "roman" ya da "oyun" yazarlığı gibi, "bir yazın türü" olduğu gözetilerek, o "disipline" uygun bir mantık ve ciddiyet taşıması gerektiğini düşünürüm. Günlük yazmayı, yazar- ların can sıkıntısı karKitabı okuyor
Şair dostum A. Remiz'le oturmuş, Oktay Rıfat'ın eski şiirlerini okuyoruz. Vaktiyle coşkuyla okuduıumuz parçaların çoğu bugün de aynı tazeli­ği, kıpırtıyı taşıyor. Oktay Rıfat son kırk yıllık şiirimizin belkemiği olmuş bir sanatçı. Bunu yalnız ben söylemiyorum, İlhan Berk de, Ece Ayhan da, aynı kanıda. Geçende Can Yücel'le konuşuyorduk, o da öyle söyledi. Bilmem şimdi düşüncesini değiştirdi mi, eskiden (on beş yıl kadar önce) Ahmed Arif de Oktay Rıfat'a özel bir yer tanırdı. Eleştirmenlerin çoğuna sorarsanız, aynı karşılığı alırsınız. Şiirimize araştırma duygusunu getirmiş bir şair Oktay Rıfat. Bu yönüyle 1946-1960 yılları arasında şiir yazan, şiirle ilgilenen hemen herkesin üzerinde bir ağrlığı olmuştur. Ayrıca Türkçenin bugünkü durumunu almasında, sivilleşmesinde, denebilirse, 'materyalize' olmasında en büyük paylardan biri (birincisi değilse) onundur. Bunu da nasıl yapmıştır biliyor musunuz? Konuşma dilinin yalınlığından, türkülerin tadından hiçbir zaman ayrılmayarak.
Burada Türk'ten başka bir şey yoktur!
Benim adım Esat Oktay Yıldıran'dır. Ben Kıbrıs’ta Rum çocuğunu bıçakla kesmiş, babasının gözlerinin önünde kanını şarap niyetine içmiş adamım. Burada Türk'ten başka bir şey yoktur! Herkes yola gelecek, burası bir okuldur." Her yeni getirilen tutsak grubuna benzer bir söylev çeker; "Benim için hiçbiriniz suçlu değilsiniz, hata yapmış vatan evlatlarısınız. Burası çok özel, müstesna bir eğitim kurumudur, bir askeri okuldur. Burada komutanın emirlerine harfiyen uyduğun zaman, hatalarından arınacak yeniden yüce Türk milletine kazandırılmış olacaksın! Herhangi bir şekilde emirlere itaatsizlik istemiyorum! Anladın mı?" "Ben Kıbrıs’ta Rum çoçuklarının derisini yüzmüş adamım. Düşün... Düşün…
Sayfa 57
Bu yolculuk boyunca bunca harabe, nice yanmış tarlalar gö­ren benmişim aslında. Kurda kuşa soran benmişim: “Neler olmuş böyle?” Ürkekçe cevap veren onlar: “Fazla soru sorma, oyalanma buralarda!”
Sayfa 218Kitabı okudu
Sadece o mu, herkes dünyadan geçmekle şiddetin kurbanı olmak arasında bunalmış neredeyse... Zaman Yeli cinsi cinse, inancı inanca karıştırmış bu toz duman içinde.
Sayfa 149Kitabı okudu
307 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.