”Kapı” kitabıyla tanıştığım Macar asıllı yazardan okuduğum ikinci kitap oldu Iza’nın Şarkısı.
Kitaba dair söylenebilecek tek şey aslında saf duygulardan oluşması.
Öyle yoğun hikaye akışlarından ziyade, duygulara daha fazla hitap eden bir yazar olduğunu düşünüyorum, kendim de duygusal bir insan olduğum için yazarın kaleminin bana oldukça hitap ettiğini söyleyebilirim.
Kitap babası Vince’nin ölümü üzerine Budapeşte’den aile evine dönen Iza’nın annesi Etelka’yı da yanında götürmesi üzerine başlıyor.
Ne var ki daha önce hiç bulunduğu yerden ayrılmamışken yeni bir ev ve şehirde yaşaması oldukça zor bir adaptasyon sürecini de beraberinde getiriyor.
Hali hazırda eşinin kaybının derin üzüntüsünü yaşayan Etelka, köklerinden koparılmış bir bitkinin, mevsimine aykırı bir yerde toprağa dikilmesi gibi yerini, ortamını yadırgayarak günden güne solmaya başlıyor.
Bununla birlikte yalnız yaşamaya alışkın, mağrur, işinden başını kaldıramayan İza ise tüm bu süreçte annesinin hayatındaki prangası olduğunu hissetmeye başlıyor.
İletişim problemleri, kuşak farklılığı, Iza’nın soğuk ve mesafeli duruşuyla da ilişkileri ne yazık ki çıkmaz bir sokağa giriyor.
Yazarın diğer kitabı gibi bunu da severek okudum. Tavsiye ederim.
“Kapı”da olduğu gibi bu kitabın da filmi var en kısa zamanda onu da izleyeceğim.
”Bir insan bir mobilyayla, bir bitki ya da bir inşaat şantiyesiyle nasıl bu kadar kusursuzca özdeşleşebiliyordu?”