"Tüm Nazizm'in özeti burada : Okuma yazması olmayan bir grup haydut tarafından uygulanan bir çılgınlık. Reich'ın adamları güzel üniformalar içinde dolaşıp madalya dağıtabilirler, ama geldikleri kokuşmuş birahanelerin üzerine asla çıkamazlar."
Sayfa 397 - Doğan KitapKitabı okuyor
keza at üzerine olan türk lügatı çok zengindir. bugün izleri var ama bunları tamamen bilmiyoruz. atların renklerine, yaşlarına, cinsiyetlerine göre farklı isimler var. öyle ki teferruata girildiği zaman bu isimlendirme binleri buluyor. araplar hiçbir zaman "on dört yaşındaki boz renkli dişi deve" demezler; onun kısa bir adı vardır. çünkü çölde güdülürken o deve öyle çağırılır. at ve deve üzerine bu zengin lügat, bir yandan da militer bir hareket tarzını getiriyor; örgütlenme ve çabuk hareket kabiliyeti. bunun yanında bir de silah ve demir işçiliği var. demir; uygarlaşmış, felsefe üreten bir milletin işi değil. avrupa tarihinde kuzey avrupa'nın barbarları için "holstein kültürü" denilen bir devre var; bu kavimler daha okuma yazma bilmedikleri zamanlarda demir işliyorlardı. demir işi çok büyük şehir merkezleri kurmayı gerektirmiyor. anadolu'ya da demiri getiren hititlilerdir. naşili dediğimiz bu kavim, muhtemelen güney ukrayna'dan anadolu'daki hattilere saldırdı, demir ve silah da onlarla birlikte geldi.sonrasında hükmettikleri yerin adını aldılar, kendilerine "hatti" denildi. en önemli unsur da devlet mekanizması... bizim göktürk kağanlığı ve türgişler var. bunlar birer devlet; dış ilişkileri var, vergi toplamayı, ganimet paylaştırmayı biliyorlar
Sayfa 36 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
Reklam
Geçmiş bir gerçek... Eskisini yıkmadan bir arsanın üzerine yeni bir bina dikemezsin.
Sayfa 213 - CharlieKitabı okudu
Kur’an tilavetinde aldananlar
Başka bir grup da, Kur'an okuma konusunda aldanırlar. Kur'an'ı bağıra bağıra okurlar. Belki de bir günde ve bir gecede onu baştan sona okurlar. Dilleri onunla meşgul olur, ama kalpleri kuruntu vadileri ile dünyâyı düşünme arasında gider gelir. Öğütlerinden kendilerine bir ders çıkarmazlar. Emir ve yasakların üzerinde durmaz, ibret alınacak yerlerinden ibret almazlar. Nazım yönünden değil de mânâ yönünden lezzet almak için, âyetlerin manaları üzerine düşünmezler. Bir kişi Kur'an'ı gündüz ve gece olmak üzere isterse yüz defa okusun, eğer onun emir ve yasaklarını terkederse cezayı haketmiş olur. Belki de onun güzel bir sesi vardır; okur ve bundan zevk alır, aldığı zevkten dolayı gurura kapılır. Zanneder ki bu, Allah'a münâcattan ve O'nun kelâmını dinlemekten kaynaklanan lezzettir. Oysa nerde? Çünkü onun aldığı lezzet, sesindendir. Eğer Allah'ın kelâmının lezzetine varsaydı, sesine ve sesinin güzelliğine bakmaz, bunu aklına getirmezdi bile. Allah'ın kelâmının lezzeti sadece anlam yönündendir; bunlarınki ise büyük bir aldanıştır.
Eğer orta sınıfa mensup olan babaların gizledikleri düzensizlikler ortaya çıkarılıp da bir ders ve okuma konusu gibi ortaya konulsa bu program aşağı yukarı şöyle olurdu. Birinci saate; ya kendi tarafından veya bir öğretmen tarafından çocuğa ahlak dersleri verilmesi gerekir. İkinci saate; karma ahlak öğretilmelidir. Üçüncü saate; Babanın şöyle şöyle yaptığını görmüyor musun? Dördüncü saate; sen küçüksün, bu yalnız büyük adamlara yakışır. Beşinci saate; Asıl mesele hayatta kazanmayı başarmak ve hükümet makamlarından bir mevki işgal etmektir. Altıncı saate; bir insana geçici olan şeyler değil, edebi olan şeylere kıymet verilir. Yedinci saate, bunun üzerine zulme tahammül etmek ve yumuşak huylu olmak tercih edilendir. Sekizinci saate eğer saldırıya uğrarsan kendini cesaretle savunmalısın. Dokuz, Yavrum bu kadar gürültü etme. On, çocuklar bu kadar miskin durur mu? On bir, anne babana daha fazla itaat etmelisin. On iki, terbiyeli ol. Baba bu şekilde her saat esaslarını değiştirerek bu konu başlıklarındaki mantıksızlığı gizlemek ister. Anneye gelince sağ kolunun altında Talimat sol kolunun altında emirler…
Hocam ben düz okuyorum.
Okumayı bir içsel pratiğe dönüştürecek aktif ve etkin okumanın aşamaları şu şekilde sıralanabilir. İlk önce ön tarama yoluyla hangi kitabın ve metnin okunacağı üzerine seçim yapılması, daha sonra kitabın konusu üzerine düşünülerek kitaba dair ilginin uyandırılması, okuma esnasında not alınması ve okunanları pekiştirmek için notların gözden geçirilmesi.
Sayfa 88 - Olimpos Yayınları, 4. Baskı: Ocak 2023. AnkaraKitabı okuyor
Reklam
"Konuşkan değil, suskun biriydi, kültüre yönelik soylu bir yanı vardı: kitap okurdu. İçerik konusunda sıkıntı çekmezdi: Ne üzerine olursa olsundu kitap: İster bir sevdalının serüvenleri, ister alfabe, isterse dua kitabı, hiç fark etmezdi, bütün kitapları eşit ilgiyle okurdu; bir kimya kitabını bile geri çevirmezdi. Onu okuduğu şeyden çok okumanın kendisi, daha doğrusu okuma süreci ilgilendirirdi: Birtakım harfler bir araya geliyor ve her zaman, anlamını bazen şeytanın bile bilemeyeceği bir sözcük oluşturuyorlardı!"
Sayfa 22 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Bunun kime, ne getirisi vardı?
Devrimler bazen bir milletin bilgeliğini, bazen de kendine ihanet ettiğini gösterir. Bu bağlamda, Japonya ve Türkiye örneği çağdaş tarihin klasik örneklerinden biridir. Geçen yüzyılın sonu ile bu yüzyılın başlarında bu iki ülke, birbirine benzer, mukayese edilebilir ülkeler gibi görünüyorlardı. İkisi de tarihte önemli bir yere sahip, kendilerine
Güzellik nedir diye sorasım var ariflere, güzelliği onlardan öğrenesim var. Sadi-i Şirazl diyor ki "Eğer yalnızca dış güzelliği için ilşık olduysan birine bil ki senin aşkın derinin giizelliği nedir. Bir parça etin güzelliği için bunca cefa çektiğine, derde katlandığına değer mi?" Sonra Mevlana diyor ki "Sen ey gafıl! Güneşin vurduğu bir kerpice aşk ediyorsun. Güneş olmasa o kerpiç güzel mi görünür hiç? Ennihayeti bir kara topraktır o da. Sen üzerine güneş değen kerpice değil de ona nurunu veren güneşe bak! Güzel nedir? Gözün gördüğü değil, gönle girendir güzel. Gönülde aşk varsa güzeli aramak niye, güzel olan zaten gelir de bulur seni'
Okuma, icadından beri bir başkasının başka bir zamanda ardında bıraktığı işaretleri keşfetmek, alımlamak ve yorumlamaktır. Bir izi okumak ve ne söylediği üzerine düşünmek anlamına gelir. Harflerde bir öteki gizlenir, okumak da o sesin size hitap etmesine ve onun size dokunmasına izin vermek demektir. Dokunuş, kendi dilini bulmaya dönük bir itkidir. Öteki benle konuşur, ona sorular sormama izin verir, bunlara kaçamak veya doğrudan cevaplar verir, kitap sayfalarının sahnesinde bana da sırnaşarak dans eder ya da utangaçça saklanır satırlar arasında. Ötekinin metne bıraktığını okuma edimiyle kendi benliğime alabilirim; ötekinin idrakiyle özdeş olması gerekmeyen kendi idrakim buna aracılık eder. Sadece kendi sesini işiteni, başka bir sese yaklaştırır okumak. Niye? Daha zengin bir benliğe kavuşmak için; çünkü kendisinden başka bir şeyi içine alamayan benlik, yoksul kalır. Kendi dokunulmaz kimliğinde inat etmek yerine kendini, kendiliğini yitirmeyecek ölçüde değiştirmeye ve genişletmeye açık bir bütünlük olarak anlayan bir benlik, alımlama kabiliyetini de artırır. Böylece giderek, içine aldığı ve kendini sürekli gözden geçirip yeniden formüle etmesini sağlayan itkilerin bir toplamı olur. Filigran bir yapı oluşur bu şekilde. Bir noktada benlik, kendisinden kaynaklanan işaretler, cümleler ve düşüncelerle, ötekinden devraldıkları arasında ayrım yapamaz hale gelir.
Reklam
Okumak, tıpkı yazmak gibi, konuşmak gibi, duygular, düşünceler, tasavvurlar, düşler ve fikirler aracılığıyla dokunmanın bir biçimidir. Bir kitabı eline alıp sayfalarını çevirmek, ayrıca duyusal bir dokunuşla da bağlantılıdır; başkalaşmış biçimiyle e-kitap'ta da geçerlidir bu. Duyusal-ruhsal-zihinsel dokunuş, okumayı bereketli bir deneyime dönüştürür; bu deneyimin kaynağında insanın kendisine dokundurtmaya amade oluşu vardır, çünkü işaretler ona ancak o zaman tesir eder. Bir hikâye okuduğunuzu zannederken, hakikatte kendi içinizde insan olmanın açılımlarına çıkar yolunuz. Yalnızca anlatılan hikâye değildir insanın içinde can bulan; kendi hikâyesi de canlanır, okuduğu anlatının dolayımından geçerek anlatmaya koyulur. İnsanın hayat hikâyesi, okurken kelimenin tam anlamıyla dile gelir. Harfler, onun çoktandır söylemek istediğini anlatır, ama aynı zamanda başka bir şeyler daha söylerler. Onu harflerin ayartıcı berraklığıyla kaçırıp götürür, ucu bucağı görülmez genişlikteki imkânların bembeyaz uzamına taşırlar. Orada, sezmiş ve özlemiş olduğu, ancak sahici tecrübenin mutluluk mu vereceğini hayal kırıklığı mı yaratacağını kendine sormadığı şeye dokunmasını sağlarlar. Okuma esnasında, kendi kendini biçimlendirmenin imkânları farkına bile varmadan ona doğru uçup gelirler, o da sessiz sedasız değerlendirmeye başlar bu imkânları. Kitabı çoktan indirip kucağına koyduğunda bile, imkânların açıldığı uzamda eğleşmeyi sürdürür heyecanla.
Yapılacak en zekice şey yeryüzünde mümkün olduğu kadar fark edilmeyen göze çarpmayan biri olmaktır!
Her pratik bilgi tek­nisyeni aydın değildir, ama aydınlar onlar arasından -başka hiçbir yerden değil- çıkar. Ne olduklarını anlamak için, bunların Fransa'da nasıl ortaya çıktıklarına bir bakalım. 16. yüzyıla kadar ruhban -kilise adamı - da bilgiyi elinde tutanlardandı. Ne baronlar okuma biliyordu, ne de köylüler.
Jacob Mendel'in yaşayan bir sözlük, İngiltere Müzesi Okuma Odası'nın genel kataloğu gibi bir şey olduğunu ama iki ayağı üzerine yürüyebildiğini düşünmeye başlamıştım.
...Egemen güç bu canavarca rekabette, bizzat kendinden kaynaklanan bir meydan okuma olduğunu ve ona bir gün karşılık verilebileceğini göremiyormuşa benzemektedir: "kanın oluk gibi aktığını görmeye" alışan halk, "intikamın ancak kanla" alınabileceğini çabuk öğrenmektedir. (...) cellat, hükümdar ile halk arasındaki dişli görevini görmektedir; onun taşıdığı ölüm serf haline getirilmiş köylülerin Saint-Petersburg'u bataklıkların ve salgın hastalıkların üzerine inşa ederken taşıdıkları ölüm gibidir: Bu ölüm evrensellik ilkesidir; despotun tekil iradesini herkes için bir kanun ve bu yok edilen bedenlerin her birini devletin yapısı için bir taş haline getirmektedir; masumlara darbe indiriyor olmasının bir önemi yoktur! ...