Tolstoy'un romanının başında Anna'yı St Petersburg treninde bir elinde bir roman, bir yanında da ruh halini yansıtan bir manzaraya bakan bir pencere arasında bırakmasını bir rastlantı olarak değil, roman sanatının temel ikilemlerine işaret eden bir şey bularak görüyorum. Acaba elinde nasıl bir roman olsaydı, Anna onu okuyabilecek, romanın manzarasını gözünün önünde canlandırabilecekti ve okumaya devam edebilecekti? Bunu hiç bilemeyiz. Ama Tolstoy'un yaşadığı, bildiği, araştırarak bizi içine sokmak istediği manzaraya girebilmek için Anna'nın elindeki kitaba değil, pencereden dışarıya bakması gerekiyordu. Böylece biz okurların gözünün önünde bütün bir manzara Anna'nın bakışlarıyla canlanır. Bu bakış sayesinde romanın içine girebildiğimiz, kendimizi 1870'lerin Rusya'sında bulduğumuz için Anna'ya teşekkür etmeliyiz. Çünkü Anna elindeki romanı okuyamadığı için biz okurlar Anna Karenina adlı bir romanı okuyabiliyoruz.