Vedat Türkali romanlarında bilinç akışını ortaya çelişkili, tezli, anti-tezli, doğal, küfürlü, sevgili ortaya koyuyor hep.. Kahramanları öyle bir oluşturuyor ki ne tam kahraman onlar ne de bir hiç. Ne tam sevebilirsiniz ne de nefret edersiniz tam olarak onlardan. Sanırım romanı okuyan herkesin ortak nefreti Rasim' de toplanacaktır ama bir bakıyorsunuz onundan haklı bir söz öbeği, kendisini sevdirecek bir üslubu vardır. Nermin, Günsel, Kenan üçgenin de dönen 1960 ların siyasal ikliminin arka fonu bir aşk öyküsü. Sonu yıkıcı. Sanki yaşamış gibisin dedi eşime anlatırken son bölümü. Hani şu balıkların halıya saçıldıkları an. Evet yaşatmış gibi o evi, İstanbul'u, fakülteyi, eylemleri, meyhaneleri...
Dönelim az pratiğe; Bafra sigarası edinip içesim geldi sık sık, sonra o dönemlerin teklifsiz misafirlikleri eve uğramaları diyelim ona hatta aslında ne güzelmiş. Hazırlık yok, temizlik yok çat fakülteden bilmem 3 kişi 5 kişi.. Dayanışma var. Sonra o sofraların zenginliği, mezeler, ızgaralar. İşçiler sık sık rakı yuvarlıyor birbirlerine masa ısmarlıyor. Şimdilerde ceplerde akrepler geziniyor.
Son söz Roman da yer alan karakterlerin ülkenin siyasi yapısını özetlediğini düşündüm ben nedense, Nermin; çöküntüye uğramış geleneksel tutum, Günsel umut vadeden ama temelsiz halk ateşi, Rasim ; orta yolcu gücün adamı kalpazan, Kenan; ülkenin ta kendisi, yangın yeri, bunalım merkezi... Rasim'in karısı bile nasibini aldı bu bunalımdan, yangından ama Rasim bir tek beresiz atlattı bu yangını. Şimdiler de olduğu gibi. Bu ilgimi çeken bir detay mıydı yoksa ben mi yordum bunları bilemem. Etkiledi.